29 Nisan 2011 Cuma

piensa en mi*



Bir yeni blog kaydıma daha havaların dengesizliğinden yahut içinde bulunduğum manyakça yoğunluğun beni nasıl yorduğundan, annemin menopoz hallerinin beni nasıl çileden çıkardığından, gündemin her zamanki kabarık kabarık hep kabarık olaylarına içerleyip dertlenip tasalanıp küfretmekten dem vurarak başlamicim rahat olabilirsin sevgili bilok! Şimdi derin bir nefes all sonra ver hoh!

Son zamanlarda yazılarımın karamsarlığı ve sürekli huysuz koca karılar modunda şikayet edip dile getirdiğim sözlerle bu hayat ve enerji dolu bloğu içinde bulunduğu gloomy atmosferden sıyırmak istiyorum.. Bir nevi Dolce Vita! yeniden kıpırdanış, uyanış, tazelenme falan işte.

Yorgunluğumu bol bol tükettiğim sularla ve sabah aç karna bir kaşık yediğim/yiyeceğim keçi boynuzu pekmezimle alt etmeye çalışıyorum. Sabah mesela haftasonu diye erkencik kalkıp Gebze'min o müthiş duman ve is kokulu sabahında yürüyüşe gidiciiimm..Hayat çok güzel be sinyora! Gel katıl bana birlikte yapalım yürüyüşümüzü. Sonra gaste alırız bayiden bir de bol tahıllı ekmek sonracığıma kahvaltı hazırlarım sana kekikli ve bol zeytinyağlı domates bir de yanında ezine peyniri..Ahh unuttum zeytinlerim vardı benim küp küp bol etlisinden. Bir de tomurcuklu çayımı demledim mi yeme de yanında yat istersen fotoğrafını da çekebilirsin izin veriyorum. Yürüyüşte yaktığımız kalorileri misler gibi yükleniriz tekrar. Takmayız ama sohbetim iyidir her şeye bedel. [ bir de böyle böbürcüklenmesem :]


Neyse.


Hayatın tatlılığından bahsediyorduk değil mi? Pazar günü yağmurlu olmasa da Sapanca çekimimiz ertelenmese. Ertelene ertelene bir hal olan dış mekan çekimlerimiz beni kahırdan öldürecek. O değil adım kolpaya çıkıyor böyle böyle zoruma giden o başka bir şey değil hani. Lütfen artık bir süre yağmur yağmasın ve ben ot-bal-çiçek-böcek-kelebek-çayır-çimen dalayım ormana hey ormana! İçimde duyduğum isteğin oktavı böylesine yüksekten işte!


Güzel bir haftasonu olacak ama bunu cumartesi'ye 13dk. kala böyle içimden hissediyorsam öyle olacaktır. Olmalıdır. Hem yarın mis gibi taze bebek kokusu koklamaya gideceğim. Kamu.canın 50mm. objektifiyle (ben kendisine "miss meggie" diyorum.) bol bol 1.8 diyaframlı fotolar çekeceğim heyo-yuppi-vs.


Heyy tamam ganimetleri paylaşırım ayıp ettin..

Şimdilik Görüşmek üzere.


günün fotosu: yukarda.

günün şarkısı: lady gaga/born this way

27 Nisan 2011 Çarşamba

kanatlanıp uçma hissi.






dilimin ta ucuna gelip de söyleyemediğim sözlerim var.




gözlerinin içine bakıp da anlatamadığım hislerim.




gülerken içimde burulan bir şey var.




canımı yakan ama aynı zamanda bana tuhaf bir haz sunan.




kahkahalarım var ortaklaşa attığımız.




acılı belki ya da tatlı




ama gözlerimde perdelenen hep bir hüzün var.




karanlık sokaklar var bir kaç gece lambasıyla aydınlatılmaya çalışılmış.




müzik var inceden duyulan.




yollar var gittikçe hemencecik bitiveren oysa ki bitmemesi istenen.




içimde kanatlanan kuşlar var




sonra birden kanatları kırılan.




gel'lerim var benim git'lerim var bir de.




fazlalık hissim var eksik hissim.




artılarım var eksilerim.




bir ben varım bir de yokum.




içim kış dışım bahar.




ben yine de yazı, karşılıklı soğuk gazoz içeceğimiz günleri beklerim.

26 Nisan 2011 Salı

karınca kararınca..




5 gündür bilgisayarımın çökmesi sonucu internetten uzak kalışım beni etkilemedi ya buna pek şaşırdım açıkçası. Kendimi internet bağımlısı sanmakla çok büyük bir ahmaklık etmişim anlıyorum. Sevdiğim birkaç bilogır'dan bihaber olmanın dışında sanal olmasa da somut yollarla kişiler arası haber ağı/iletişim gayet rahat yapılabiliyormuş bunu gördüm tekrardan. Blog sayfamdaki kişi listesinin bir artıp bir azalan takipçileri dışında ilgimi çeken bir durum olmadı da zaten. Neyse internetsizliğe bu kadar salladığım yeter. Neticesinde bilgisayarım cillop gibi bir formatı yedikten sonra eve gelir gelmez internete saldırmam hiç de göründüğü kadar masum olmadığımı kanıtlar nitelikte. Yine de interneti seviyoruz bu okkalı bir gerçek!



Yine yoğunluk, yine koşturmaca, yine ve yine'lerle doluyum. Baharı beklerken solup gidiyorum ya ona yanıyorum. .Havalar soğuk, içimizi sıcak tutmaya çalışıyoruz. İmkan ve şartlar uygun olsa da şöyle ege'ye doğru inip sıcak bir nefes alabilsem hiç de fena olmaz hani. Öyle çok özledim ki! Dostum Denizcanım Bodrum'a gidecekmiş..Ne güzel diyorum içimden. Keşke ben de katılabilsem ona şöyle sakin, dingin, huzur dolu birkaç gün dinlensek birlikte kafa dağıtsak. Sonra sorunlar istediği kadar üzerime gelsin gam yemem.




Kafamın içindeki ağa takılan "şey" sayısı ne kadar çoksa benim de yorgunluğum işte öyle çok! Okul-kpss-yetiştirilmeyi bekleyen onlarca iş-güç-vs. Hayat temposundan gram eksiltmiyor diyorum ki Sağlık versin Allahım da tüm bu hengameye ayak uydurmakta sorun yaşamayalım. Geçen müthiş enerjiyle başlayan gayet keyifli bir günüm ani bir mide bulantısı ve halsizlikle nakavt oldu ve o günün akşamında yapmayı planladığım pek çok işimi ertelemek zorunda kaldım yatıp dinlendim bir tek. Sağlık lazım sağlık gerisini fazla takmamak gerek.. [babane öğüdü.]



23 nisan'da çocuklarımla ve arkadaşlarımla eğlenmek ve bolca gülmek, sarıyer/garipçe, fotoğrafçılık kursundaki planlar-etkinlikler, okunacak kitaplara iç çekip bakmak ve ardından kpss hazırlık kitaplara bezgin bir bakışla dönüş yapmak, mektup yazmak, sevgiliye çilek alıp


karşılıklı oturup çilek kokusuna bürünerek yemek, güzel insanlar için dua etmek, yapılan planlara katılmak, oyuncak bir tavşanı kurup kurup masanın üzerinde zıplatırken kahkaha atıp gülmek, damla sakızlı Türk kahvesini yudumlarken -Damlocanı- yadetmek ve dinlenmek, yüzük koleksiyonu, puantiyeli elbiseler ve terzi, bol su içmek ve son 15 gündür alınan birkaç kiloyu kafaya takıp daha bol su içip yürümek bol bol hareket etmek, gönlünü kırdığım bir büyüğüme çiçek göndermek, clipper'ın renkli ve komik ifadeli çakmakları, nar çiçeğini her geçen gün biraz daha çok sevmek, ve daha nice -mek-mak mastarıyla devam eden haller işte.



Dolu dolu haberler ve olaylarla tekrar yazışmak dileğiyle ;)

19 Nisan 2011 Salı

19.04



Bugün sevilesi gün. Bugün megalomanca tadına varılası gün. Bugün doğum, bugün bereket, bugün mutluluk ve ayarsız enerji günü. Bugün bir yıl içinde sevdiğim en nadide ve güzel günlerden biri. Doğum günüm! Kutlamalar, tebriklerle başlayan güzel bir gün! Yeni bir yaşa girmenin biraz üzücü ama yine de tüm olumsuzluklara inat keyf verici zamanı!


Kutlu olsun mutlu olsun hep mutluluk huzur dolsun! Pastamı hepimizin mutluluğu için üfledim, üflüyorum, üfleyeceğim! Kucak dolusu sevinç ve güzellik diliyorum.


:)

18 Nisan 2011 Pazartesi

kahverengi deri çanta ve içinden dökülenler.


Haftasonu Tekirdağ ve Bursa'dan çok güzide iki dostumla birlikte istanbul sınırlarında ikamet etmekte ya da şu zaman zarfında bulunmakta olan diğer kıymetli dostlarımla geçirdik tüm zamanımızı. Havalar yağdı yağacak derken evrene yaydığımız yüksek volüm dualara mütevellit kuru bir rüzgar olsa da bulutlu ve açık bir havayla dilediğimizce dolaşabildik. İstanbul'da haftasonu trafiğe çıkmanın ne sayko işi olduğunu kerebekere görmüş olmanın dışında olumsuz hiçbir şey yoktu.

Güllük gülistanlık bir erken doğum günü kutlaması, aylardır görmediğim dostlarımla bir araya gelip sohbet muhabbet etmek onları kanlı canlı dünya gözüyle görebilmek, uzun yıllar devam eden dostluğumuzun getirdiği içtenlikle kahkahalar atıp şenlenmek gerçekten beni inanılmaz keyflendirdi ve mutlu etti. Bir kez daha şükrediyorum iyi ki hayatımda böyle güzel insanlar var!


Şimdi tüm bedensel yorgunluğuma inat zihinsel doygunluğumla blog kaydımı da yazıp uyuyorum. Yarın ve önümüzdeki günler epey yoğun, yorgun ve tempolu geçecek. Dinlenmek gerek.


foto: pier lotti yokuşu.sağdan sola yeşocan/zuzucan/mervişcan. [saksı fanzin.den alıntıdır.]

13 Nisan 2011 Çarşamba

yine de baktıkça gözlerimin içini güldüren çocuklarım onlar benim!











Neticesinde çocuklar onlar.

Sahiplendiğim, ne kadar kızdırsalar da muzır sevecenlikleriyle anında yüzümü güldürebilen ve beni mutlu etmeye çalışan minik dünyalar!

Her biri bir başka güzel..Masumlar, sevecenler, umutlular ve çok korunmasızlar.

Her bakışımda farklı bir çehresini gösteriyor her biri. Beni şaşırtıyorlar. Hepsini seviyorum, ayrımsız.


ve tabii her geçen gün mesleğimi nasıl da can-ı gönülden sevip ona bağlanıyorum bunu mutluluk dolu bir sevinçle görüyorum. Bir gün hakettiğim şekilde yerimi almak en büyük temennim. Çalışmalara devam devam devam.


Sezen Aksunun Küçüğüm şarkısını mırıldanıyorum çocuklarımı düşündükçe..

Bu blog kaydına da bu şarkı yakışır zaten.


Fotoğraflarla başladık bundan sonraki kaydım da güzel dostum Yeliz'in nişan fotoğrafları olsun madem.

Hatta kal ;)

11 Nisan 2011 Pazartesi

dikkat menopozlu bir yılın menopozlu bahar aylarındayız!


Mart'ın sevinci ve hevesi kursağımızda kalmışken bir de bu tuhaf hallerini Nisan'a bulaştırdı ya ben en çok da ona üzülüyorum. Nedir bu garip menopozlu haller bir güneş açtırıp ter bastırmalar bir ayaza çalıp soğuktan titretmeler falan. Ayıp yani öyle değil mi? Geçen yıl bu zamanlar çekilmiş fotoğraflara bakıyorum bildiğin tiril tiriliz. Narincecik ılık esen bahar rüzgarlarında salınıyoruz. [ahh romantizm!] Bir de bu zamana bak hele. Hiç yakışmıyor Nisancığım bu haller bir an önce topla kendini uyma sen marta o edepsiz şımarık boşver sen onu kendince davran..hadi güzelim hadi canım hadi.


Bugün daha haftanın başıyken ben sonu gelsin diye nötr moda aldım kendimi. Enerjimi dengeli bir şekilde dağıtıyorum etrafa. Malum cuma akşamı pek kadim dostlarım geliyorlar istanbul'a. Pazar gününe dek biraradayız. Erken bir kutlamayla doğumgünümü kutlayıp maksat muhabbet olsun hasret giderelim keyflenelim istiyoruz. E hal böyle olunca da insana pazartesiden cumaya bir asırmış gibi geliyor. Hoş görmek lazım.

Zaten okuldan ve öğrencilerden bu aralar hiç tad alamıyorum. Geri ve etkili dönütlere gereksinimimiz varken balık bakışlı çocuklarımla gözgöze gelmek beni kahredip umutsuzluk duvarında bir sağa bir sola çarpıp duruyor. Uzak kalayım. Klasik öğretmen tadında dersime gireyim, konumu anlatayım, paramı alayım, çıkayım yapayım. En azından bir hafta etkinlik çılgınlığı içinde kendimi paralamayayım. Hem ben doğumgünü çocuğuyum saygı duy!


Bu akşam gün batımında denizle güneşin öpüştüğü anı utanmadan alelade seyrettim öylece. Deniz her zamanki vakur edasıyla gel-gitler içerisinde salınırken güneş sabahtan akşama dek denize sokulacağı anı kollar gibi usuldan usuldan yaklaşıyordu. Deniz uluortaydı. Güneş utanmazdı. Denize yaklaştıkça yüzünün kızarmasına bakma içinde utançtan zerre kırıntı yoktu. Yavaş yavaş yavaş yavaş derken dudaklarını denize öyle bir dokunduruşu vardı ki bu tabloyu hiçbir canlı tahayyül edemez zihninde öyle ihtişamlıydı ve dudakları bir 5 dk. hiç ayrılmadan öyle kenetli kaldı birbirlerine.

Ahh ne romantizm! -sanırım bu tepkiyi bugün ikinci kez kullanıyorum. Editor uyarısı!-


Doğada güzel şeyler oluyor ve ben de bunlara tanıklık ediyorum mesela cumartesi günü çok sevdiğim bir dostumun nişanı vardı ve ben de naçizane amatör fotoğrafçı modunda hevesle birkaç kare fotoğrafını çektim. [buna özel olarak bir post ayıracağım unutmayayım!] Aynı zamanda doğanın bahara uyanışına ve kıpırdanışına tanık oldum. Minik bir uğur böceğini çektim, yeşermiş çiçeklere durmuş ağaçları, minik yasemin çiçeklerini derken için nasıl huzurla doldu nasıl umutlandı anlatamam. Uyanışım için doğa bana yegane ilaç.mış bunu bir kez daha anladım.

Emirgan Korusunu, Fethipaşayı, Mihrabatı ziyaret etmeyeli epey oldu.

Bir gidip temiz iki soluk alsam iyi olacak.

Siz esen kalın.


p.s. Yukarıdaki güzellik de Paris'ten nasiplenenler grubuna yeni eklenenler arasında. Şirin şey!

7 Nisan 2011 Perşembe

benim hala umudum var!

Huzurlu sabahlara uyanmanın, temiz aydınlık bir zihinle kahvemi yahut çayımı yudumlamanın, geceden makineye attığım çamaşırların sabaha mis gibi kokularını sürünüp hazır ve nazır bir şekilde asılmayı beklemelerindeki heyecanı görmenin, bol zeytinli ve zeytinyağlı sabah kahvaltımı dilimde keyfli bir şarkı mırıldanarak hazırlamanın, işe gitme/çocuklara etkinlik hazırlama vs. gibi yaptığın işin ağırlığını hissetmeden gönlünce istediğin gibi duru bir halde güzel bir gün başlangıcı yapmanın özlemi tüm beynimde, uzvumda çınlaya çınlaya zikretmekte! "Kahkahalar.. Hayatta kalabilmek için önemli bir malzeme." diyen Patti Lee'yi seviyorum. Ne güzel laf etmiş! O hep güzel laflar eder zaten. Severim kendisini. Ben dışarıdan gelecek hiçbir zorlama harekete maruz kalmadan içimden gelen gürültü ve arzuyla kahkaha atmak istiyorum. Gıdıklama beni bir git başımdan! Bu değil benim istediğim. Sadece ve sadece içimdeki çocuksu neş'emin kahkahasını duymak istiyorum kulaklarımla. Sonra gözlerimle bu heyecanlı pırıltıyı görmek ve minik beyaz ellerimle dokunmak istiyorum, hissetmek ve hissettikçe doyumuna varmak. Doyumsuzluk değil. Gerçek hakikatli bir tatmin olma hali. Anlarsın işte. Yaşantımda keyif aldığım anlarım yok mu? Tabii ki var. Ama nedense hep bir boşluk kalıyor geride. Büyüdükçe kirleniyor ya dünya, bunu cidden görmek [ hani aslında hep böyle olduğunu bilmeme inat saklıyordum kırmızı kurdelalı krem bohçamın içinde. Pandora'nın kutusu gibi bir şey değildi benimki. Daha anadolu kokuyordu. Bohça işte. Fark yapmıyor. Ama kötülüklerin bohçası bile krem renkte romantikti benim. Ahh Bu Beeennn! ] hayata ve geleceğe dair umutlarımı ve yaşam arzumu 25 yaşımda durma noktasına getiriyor. Bir şeylere ihtiyacım var. Yenilenmeye. Tazelenmeye. Hep iyi olacağım yerde dibe batıyorum. Mutluluğa kucak açtım. Bak yukardaki kız ne güzel! İmreniyorum kendisine. Ben de senin gibi olacağım diyorum. Bana "sen zaten öylesin de son zamanlarda biraz karamsar yönünle bakıyorsun ileriye. Bırak bunları. Hedonistçe yaşa zamanı. Keyfini çıkar. Mutlu ol. Gerisini takma." Sahiden bu kadar kolay mı diyorum.. Gülüyor. Ben de gülüyorum. Sanırım benim hala umudum var mutlu olmaktan yana. Mütebessimim. Mazhar Alanson/ Benim Hala Umudum Var! [ Mazhar'ı açtığımda fizy'nin ilk sıraya dinlemeyi istediğim parçayı koymuş olması da gerçekten tebessüme şayan. Farkındayım küçük şeyler ve mutlulukları her bir yanımızda. Biraz dikkat! -hoş gör mutluluk depolayan kişisel gelişim uzmanları tadında konuşup sıkıcı ve boğucu oluyorum. Postumun başlığı da fazla klişe gelebilir dedim ya hoş gör-]

4 Nisan 2011 Pazartesi

zombie stayla.


Çok öfkeleniyorum! Kulaklarımdan buram buram çıkan yoğun gri renkli duman ortalığa yayıldıkça göz gözü görmez oluyor. E pek normal. Eve geleli yarım saati geçmemişken ben öfkem fırından çıkmışcasına böyle tazeliğini koruyorken e bir de uzun zamandır bu konuyu dilime dolayıp bir yazı yazmayı planlıyorken bu şevki ertelememem gerektiğini hissedip açtım pc.yi geçtim blog kaydımın başına daktilo.vari kullandığım klavyemin tuşlarını çatırdata çatırdata yazmaya başladım devam ediyorum.


Tutup şimdi burada eğitim sistemini eleştirme gibi bir misyon yüklenmiş eğitimci ağızıyla konuşmayacağım ki az-çok bir şekilde ne gibi düzenbazlıkların ne gibi çarpıklıkların ne gibi adaletsiz seçimlerin ortalarda cirit attığını hepimiz biliyoruz. Isıtıp ısıtıp öne getirmeye lüzum yok. Bu işin bizzat içinde olan bir şahsın yakarışları olarak yazıyorum.


Bugün artık son raddeye gelen olaylardan mütevellit çıldırma noktasındaydım. 12-14 yaş aralığını kapsayan, beni pre-ergen nitelikleriyle zaman zaman güldürüp ama en çok da kahreden öğrencilerimden bahsetmek istiyorum. Öylesine boş.bomboş öylesine zombileşmişler ki onların bu vahim durumlarına tanıklık etmek hem rehber hem eğitmen/öğretmen sıfatıyla karşılarına gecmekte olan bir bendeniz için oldukça ürkütücü.

Nasıl olabilir bu diyorum. Bu kadar imkan bu kadar yönlendirici öğretmen rehber vs. varken bu çocuklar nasıl bu kadar aptalca ıvır zıvır-gereksiz-saçma-hiçbir özelliği olmayan iş-güçle vakit öldürebiliyorlar? Nasıl bu kadar kör, duyarsız, amaçsız, sorgusuz, sualsiz, okumadan, incelemeden, araştırmadan, sadece önlerine konulduğu gibi yaşayabiliyorlar? Anlattığın, yol gösterdiğin, sıkmadan, boğmadan, eğlenceli kılıflara sokmak için tabir-i caizse amuda kalktığın halde nasıl bu kadar balıklaşmış, bu kadar saydamlaşmış, bu kadar silikleşmiş ve bu kadar uyuşturulmuş olabiliyorlar?

Hayat sanki entrikalarla, şehvetle, aşkla, fitneyle, fesatla, raconla, ve daha bilmem ne kadar zımbırtıyla doluymuş da onları bu olayların önüne koyup gözlerine perde çekmişiz düşünmelerine, yargılamalarına, eleştirmelerine yasak koymuşuz(!) gibi bir hallerdeler. Tek düşündükleri feysbuka koydukları fotolara yorum yapmak, arabesk-rap denen bir tarzda yaşamak/yaşatmak, kıçından sarkan pantolanlarla altına pislemiş çocuklar gibi sokaklarda dolaşmak ve bunu coolluk saymak, "emo stayla-yeme de yanında yat" söylemleriyle ve yaptıklarıyla böbürlenmek ve daha şu an aklıma gelen onlarca saçma sapan işle zaman öldürmek.


Alt kültürün yaratmış olduğu bir komün diyorum ben çocuklarımın içinde bulunduğu tarza. Ha yadırgıyor muyum aşağılıyor muyum bu kültürü? Hayır öyle bir art niyetim yok beğenmiyorum deyip düşüncelerimi paylaşıyorum. Sonuçta kültürlerin birbirinden etkilendiğini ve zaman içerisinde ne şekil evrim kalıplarından geçtiğini biliyorum, görüyorum. Bizim 12-14 yaş diliminin tarzı pop/rock iken çok yakın geçmişte rap ve şu an görünen şu ki arabesk rap almış başını gidiyor. Her şey etki-tepki evriminde şekillense de en azından onları farklı düşünmeye, zombileşmekten ziyade yaratıcılıklarını ön plana çıkarmaya en önemlisi de "okumaya" yönelten bir eğitimci olduğum konusunda şüphem yok. Ortalama haftada bir sınıfa 4 saat ingilizce dersine giriyorsam bunun en az 1 tam saatini okumaya, farklı konularda araştırma yapıp [gerek güncel, gerek kültürel/sanatsal] paylaşmaya ayırıyorum. Hayat salt ingilizce değil bunu kendimden biliyorum. Hani "onların dünyalarına iniyorum, onları anlıyorum, seviyorum, sevgi pıtırcıklarım benimmm!" deyip dolaşan biri değilim asla da olmam. Ama farklı yönlerini keşfetmelerine yardımcı olmaya çalışıyorum.

Sonuç itibariyle şu an hemen hepsinin evinde interneti bilgisayarı ve ayda en az 1-2 kitap alacak kadar parası var biliyorum. Bu şevki bu isteği uyandırmaya çalışmak adına 6 aydır aralıksız, hummalı bir çaba içerisindeyim. "Daha yolun başındasın, destur hele!" söylemlerine kulaklarımı tıkıyorum çünkü kişiye bir şeyi en fazla 2 kez söylediğinizde en azından anlar, biraz çabalar, gayret gösterir. İngilizceden ya da gerçekten ders çalışmaktan sevmediği bir konuyla uğraşmaktan sıkılan kişileri tenzih ederim neticesinde bireysel farklılıklar her daim göz önünde tutulması gereken bir mevzu bizim işimizde.

Sadece biraz olsun çaba diyorum. Biraz olumlu yönde değişim. Cık-ı-ıııhh! Boşalmış beyinlerin doldurulmamak adına inatlaşma sürecini yaşıyoruz öğrencilerle.

Hırs, daha fazla eğitim, en iyi ben olacağım megalomanlığı değil bizim yaptığımız birey olarak toplumu aydınlatacak kaliteli insanlar yetiştirebilmek. Okuyan, araştıran, eleştiren nesillere gereksinimimiz var.


Yaşadığım çevrenin eğitim düzeyinin ilkokul derecesinde olmasının da olumsuz etkilerini görüyorum. Ailelerin çocuklarına karşı olan vurdumduymazlığı, saldım çayıra mevlam kayıra tavırları. Cebine parasını koyup sırtına iki takım elbisesini alıp evde beslemek olarak görüyorlar çocuk yetiştirmeyi. [ki durum böyle olunca ha çocuk ha evcil hayvan fark yapmıyor.] Bu mentaliteyle yetiştirilen çocukları bizler 6 ayda değiştirmeye çalışıyoruz o da işin ütopik yanı elbette.

İstediğim kadar öfkeleneyim istediğim kadar yorgun düşeyim yine su akacak yolunu bulacak.

Böyle gelmiş böyle gidecek.

Birkaç yıl sonra etrafta sorunlu, hayatı pembe dizi kıvamında yaşayan, uyuşturulmuş, artık düşünme yetisini kaybetmiş tembelleşmiş, ergenliğin getirmiş olduğu kişilik değişimini oturtamamış çarpık kişilikte pek çok zombiyle aynı caddede aynı sokakta aynı şehirde ve aynı ülkede yaşamaya devam edeceğim.

Ve bu hepimizin suçu olarak o zombilerin alnında görünmez bir kalemle yazıyor olacak.

Ne acı yarebbim!

Koru cümlemizi!


İçimi bir nebze olsun dökebilmenin verdiği hafiflikle her daim dinlemekten fevkalade keyf aldığım cranberries'ten zombie'yi in your head..in your head zombie zombie zombie! diye bağıra bağıra bu posta şarkı olarak atfedebilirim sanıyorum. Yes, I san.


Yaratıcılıkla kalalım..her daim..olanca sansüre inat!


3 Nisan 2011 Pazar

nisanın ilk haftasonunda ne yaptım?

"Bugün ne giydim? kıvamında yazılmış olan başlıktan ötürü kusruma bakılmasın" diye giriş cümlemi yazayım. Şu an bu satırları yazarken show tv.de yayınlanan survivor tüm yaratıcılığımı kırbaçlayıp bana engin hayal gücü sunmakta. Hele ki Nihat D. gibi bir zat-ı muhterem benim model aldığım yegane insan.dır ki bu satırlar başka türlü yazılamazdı! Neyse efendim biz dönelim konumuza. Böyle laf-ı güzaflarla daha fazla vakit öldürmeyelim. Bir fotoğraf altına düşürülen birkaç cümleyle bir haftasonunun nasıl geçtiğine dair yüzeysel bir beyin fırtınası yapayım. Hadi bakim! Cumartesi sabah 10 suları. Eskihisar/Kaptan Köşkü'nde bir gece önceden hazırlanıp dolaba itinayla yerleştirilmiş kahvaltı tabaklarıyla buluşmadan 4 dk. 23 sn. önce. Evet heyecanlı ve muzır görünüyorum ve mutlu mutlu gülümsüyorum karşımdakine. Sevgiler sunarım.



Sinemaya gitme arzusu. Kaybedenler Klübüne 2 kişilik arka ortalardan bilet. Seans 13:30. Daha 1 saat 30 dk. var. Penguen kitabevi iyi ki açılmış. Kitap raflarına boy yetmediğinde imdada yetişen 2 basamaklı merdiven. Meraklı gözlerle yeni çıkanları/en çok satanları/newyork bestseller'ları didiklemece, koltuk altına beğenilenleri sıkıştırmaca.

[Kaybedenler klübü hakkında görüşlerimi belirticim ilerleyen postumda. Olmazsa olmaz.]



Kahve Dünyası soluklanmacası. Frambuazlı café latte! Enfes bir lezzet. Sıcak. Sütlü. Keyifli. Yanındaki bitter kaşık çikolatalar muazzam. Bitter'i seviyorum. Bitter'e aşığım. Aramızda duygusaldan öte bir bağ olduğunu ulu orta söylemekten de hiçbir sakınca görmüyorum. Forever Bitter!




11 yıllık kadim dostum Sinocanım'ın doğum günü. Nüfus cüzdanında 15 Mart diye gösterse de biz 2 Nisan'da kutladık. Ahh bu iş-güç ahh bu hayat meşgalesi yoruyor azizim.

Kutlanası, çocuk gözlerini parıldatası, mutlu olunası türden bir biraraya geliş. Nice Biz'li günlere.




Akşam sürpriz bir kararla yağmurlu istanbul yollarına düşmece. Işık oyunlarıyla, yağmur damlalarıyla, şarkılarla, günün yorgunluğunu atarcasına tim tim gitmece.




ve arta kalan vakitlerde bol bol kuş fotoğrafı çekmece.




Dön-dolaş gebze-istanbul 1 saat 12 dk.


Akşamdan bu yana dilime dolanan Regina Spector/Fidelity ile veda ederken, bol fotolu güzel yarınlarda buluşmak üzere sevgiyle esenlikle kalın sevgili blog dostlarım diye can-ı gönülden selamlarım sizleri.

2 Nisan 2011 Cumartesi

bahar yorgunu.



Nisan.

Ayların hası, güzeli, özeli, doğumun bereketi, mutluluğu, keyfi.

İlk nisan yazımı da bu yıl bana gelmekte hayli inatçı davranan bahar coşkusundan arınmaya çabalayarak yazıyorum. [şu an sarfettiğim eforun haddi hesabı yok öyle yani!]

Geçen yıla istinaden bu yıl yorgunum, durgunum, her türlü coşkudan uzak bir hallerde yabancı bir benliğim benliğime karşın.

Nedenini bilmiyorum. Kafamın içinde süregiden karmaşadan yaşam enerjim düşmekte anbean, günbegün, zamanbezaman.

Halbuki bu değil benim felsefem, bu değil benim istediğim.

Coşkuyu severim ben, enerjiyi, kıpırdanmayı, üretmeyi, üretilene hayranlık duymayı, sevmeyi, katıksız sevilmeyi ve daha onbinlerce şeyi.


Samuel Beckett'ın Melone Ölüyor isimli kitabını okuyorum şimdilerde.

Bir söz geçiyor altı çizilen satırlarımdan birinde. Şöyle diyor:


"Dünyaya gelmeli, doğmalı önce, yani karbondioksitle tanışacak kadar yaşamalı. Sonra da teşekkür edip gitmeli."


ve bir başka satırda da şöyle:


"Hadi uyan, keyfini çıkaralım hayatın, kısa bir süre sonra öleceğiz nasılsa."


Zamanın kısalığından, yaşamın faniliğinden, olmayan coşkuyu yaratıp harekete geçirmekten yana beni tetikleyen iki harika satır arası oldu.

Teşekkürler Samuel.


Bulanıklaşan ve her geçen gün biraz daha kalabalıklaşan beynimin içindeki kuru gürültüye inat toparlayacağım kendimi.

Ben 'bana' kavuşacağım.

Çabalıyorum.

İnan buna.

Çok çabalıyorum.

Sonucu olumlu olacak.

Kirli sulardan tertemiz berrak turkuaza kucak açacağım günler çok çok yakında.


Hem Nisan benim doğum ayım. Şunun şurasında hepitopu bi 17 gün sonra doğmuş olacağım 25. yaşımı coşkuyla, sevinçle, neş'eyle karşılamalı, üzerimde rengi atmış halet-i ruhiyeyi bir kenara bırakıp yeşermeli, çiçekler açıp, şarkılar söylemeliyim.

16 Nisan'da dostlarım gelecek yanıma yöreme çiçekten tacımı yapıp onları karşılamalıyım.

Hatta şimdiden hazırlansam iyi olacak.

O vakte ancak hazır olurum.


Bir de bir yukardaki pozuma bak bir de aşağıdakine.

Ruh içindeki gelgitlerin dışa yansımış kontrastı.

Biticek biticek bi şeycik kalmıcak söz.



Kucak dolusu sarıp sarmalayarak gidiyorum.

Yine gelicem merak etme.

Hem de dopdolu!