31 Aralık 2010 Cuma

en kırmızı yıllar ^^


Yeni yıla saatler kala bu posta yazmak elzem göründü gözüme. Hani yazmasam eksik kalacak bir şeyler, yarım olacak, sanki yeni yıl beni kötü karşılayacak gibi saçma ve hurafe düşünceler bastı beni. Her zamanki günlük yoğunluğuma, kıymetli çocuklarımın performans-sınav kağıdı-ve bilumum ıvır zıvırına muhteşem bir sabırla tek tek not verdiğimden şu an uykusuzluktan klavyenin üzerine düştü düşecek koca bir kafayı taşımama rağmen üşenmedim açtım bilgisayarı 2010'a dair son gece postumu yazıyorum.

Eksiklerimin pek çoğunu tamamladım. Yarın son kez çarşıya çıkıp tamamlayacağım geri kalanları. Akşam annem ve ben yalnızız evde. İlk kez bu kadar az kaldık. Her hangi bir planda yapmadık, dahil olmadık. Ablam ve kuzularının gelebilme ihtimali var şayet gelirlerse de pek mutlu olurum. Diğer türlü çekirdek çıtlatıp, soyulmuş meyve kokuları arasında televizyonda yılbaşı gecesi için hazırlanan o muazzam programlardan birini seyrede duracağız annemle. Canımız sıkılırsa da tombala falan açarız heralde ortaya bir çinko, bir bingo al sana tombala der gece 00:00'da çatıya çıkıp çılgınlar gibi parti yapan insanların havai fişek gösterisini seyreder, sonra gelir sıcak yatağımıza girer koyun koyuna uyuruz. [şu an kendimi pek yaşlı hissettim oww may gaad!]
Ben bu hallerin acısını çıkarırım bir zaman bir yerden.
Gelecek sene çok uzun vade çıkar mıyız bilinmez ama böylesine sakin sessiz bir yılbaşı'nı ben darmadağın ederim zamanı gelince..hadi bakalım.
Bu yılbaşı da böyle geçsin.
[dua ediyorum kuzularım gelsin kuzularım gelsin geceme heyecan ve kıpırtı gelsin, kıpırtı gelsin.]

2010 yılının getirdikleri-götürdükleri 2011'den beklentiler vs. derken aslında yılbeyıl büyüyen hayallerim ve onlara kavuşma hızımın aynı oranda büyümesi mutlu olmama yegane sebeptir.
Ben en çok huzur istiyorum bu yıl.
Yine stres yaşayacağım, sınav kaygıları ve hazırlıkları, yeni ve ev'li bir yaşama adım atma merasimleri ve koşturmacaları [düğün değil korkma ona daha var:) ] gündelik koşturmacalar, sıkıntılar, vs. derken hepsinin ortasında SAĞLIKLI, HUZUR DOLU BİR YEŞOCAN! istiyorum ben. Bu bana yeter gerçekten!hemmm..bide sevdicekim olsun torbam dolsun ^^

2010 yılı sorunsuz iyi bir şekilde geçti aynı istikrarı 2011'den de bekliyorum ;)
Bekliciiizz, yaşiiiciiiizzzz, göriciiiizzz!

Sağlık, Huzur, Kalabalık aile-eş-dost, Yaratıcılık, Hayal gücü dolu yeni bir yıl diliyorum herkese!
nice nice mutlu seneler!
^^
yeni yıl şarkım da hayranı olduğum harika adamdan geliyor!

28 Aralık 2010 Salı

CNR EXPO-Meralcimin Yılbaşı Fuarı.


Haftasonları geldiğinde haftaiçi üzerime çöken yorgunluk ve rehavetten kurtulmak için kendimi dostlarımın yanına atıyorum. Bu haftasonu da sevgili dostum Meral'cimin yanına gittim. Onu yılda 2 kez düzenlediği fuarlarından birinde -hediyelik eşya, yılbaşı fuarı- ziyaret etmek güzel oldu. Uzun bir stres, yoğunluk ve telaşın içinde bu fuara hazırlanıyordu, tam vaktini buldum çok mutlu oldu.. Hoş, yoğun bir telefon trafiği içindeydik ama olsun.. O anlatı ben dinledim, ben anlattım o dinledi. Çok özlemişim güzeller güzelimi, doyamadık tadında kaldı bir dahaki sefere "cuma'dan-pazar'a" Gebze'ye gelme sözümü aldım, minik hediyemi mahçup ama pek mutlu bir duyguyla çıkınıma attım, geri döndüm.

Şimdi fuardan gözüme kestirdiğim minik, detay fotoğrafları paylaşayım istiyorum. Bu arada fuar 31 Aralık cuma gününe dek devam ediyor, vaktiniz olursa bir uğrayın derim. Çok hoş ve şık hediyelik eşyalar var tavsiye ederim.
[Farkındayım şu an reklam yapıyorum ama bunun için ne Cnr'dan ne de dostum Meral'den komisyon alıyorum, yanlış anlamayın. Öperim ^^]


sevdiğim figürler kedi, balık, baykuş [ve bilumum familyası]



seramik tuzluklar çok şirin. [çin işinden ziyade el yapımı olması olaya daha bir güzellik katıyor. Düşünün Mudo bile -made in china- etiketli ürünler satıyor şaşkınım!]



Sanat dalının her bir ayrı güzel. Bu fularlar da ebru sanatı ürünleri. Bayıldım.



Romantik detaylar.







incik-boncuk benim adım.





Takı aksesuarında yüzükler benim için en birinci sırada! [en üst, sağdan ikinci artık benim! ^^]



santa santa clause.





Yılbaşı moduna girmiş bulunmaktayım.
Hediyelerimin paketlenip, adreslerine postalanma işleri dışında her şey tamamlandı.
Yeni yıla dek güzel bir post daha beni bekler, eee malum her yıla yeni umutlar, heyecanlarla giriyoruz dillendirelim hissiyatımızı.
yol boyu kulağımda tekrar halinde çalıp duran şarkı:
Sia/Breathe me.

24 Aralık 2010 Cuma

beynimin bir adet nar kadar değeri olduğunu biliyor muydunuz?



Gecenin bir yarısı uykusuzluktan ve saatlerdir küçük ekran bir bilgisayar monitörüne bakmaktan kan çanağına dönmüş iki göz yuvarlığıyla bu satırları yazmak için gayret sarfediyorsam gerçek anlamda bir sorun var demektir.
Az evvel yine başıma gelen bir durum canımı ziyadesiyle sıktı. Peki bu durum neydi de ben gece gece yana yakıla blog sayfamı böylesine hışımlı cümlelerle rahatsız ettim, onu düzenli 8 saatlik uykusunun en ballı yerinde yatağından zıplatıverdim!

Sorun şu ki :
Alzheimer olma tehlikesiyle karşı karşıyayım!
Nereden çıktı şimdi bu?Ne alaka deyip durmayın..bir susun da beni dinleyin.
Son zamanlarda unutkanlığım had safhalarda. Hemen hemen her şeyi unutur oldum. En önemli tarihleri, en önemli isimleri, olayları, kişileri, kitapları, yerleri, vs.vs.vs. bu listeyi km.lerce aşağıya doğru indirebilirim. [evet gayet ciddiyim!şaka yaptığımı ya da lafın gelişi söylediğimi falan mı sanıyorsun allasen?!]
İnsanları karıştırıyorum. Ders esnasında anlatacağım şeyi sular seller gibi bilirken tak! kalıyor, unutuyorum, çocuklarla sessiz ama dikkatli bir bakışma süresinin ardından unuttuğum şeyi onlara çaktırmamaya çalışarak konuyu farklı, o anda aklıma gelen başka bir şeyle değiştiriyorum. Hani belki stres, bir anda bir çok şeye odaklanmış olmam, aklımda hep bir sonraki adımda neler yapacağımın planı var bundan sebep böyle falan diyeceğim ama bu normal şartlarda herkesin başına gelebilecek geçici unutkanlıklar diyebiliriz.
Benimki geçmiyor!
Bir de ailemde en yakınımdan birinin bu hastalığın pençesinde olduğunu gözümün önüne getirdiğimde işte o vakit beynimin içinde kurulan senaryoları varın siz düşünün.
Araştırma yaptım, yapıyorum, yapmaya da devam edeceğim.
Mesela bu hastalığın öğretmenlerde görülme sıklığı "ciddi boyutta" fazlaymış, sürekli aynı şeyleri tekrarlamalarından ötürü.[Birinci dereceden ilişiğim var, aha da kanıtlandı.]
Sonra, bu hastalık aslında yaşantımızın yaşlılık dilimine mensup bir hastalık değil bilakis çok çok erken yıllarda başlayan yavaştan yavaştan ilerleyen son aşamasında [ki bu son aşama kendini yaşlılık dönemlerine yakın zamanlarda gösteriyor] patlak veren bir illetmiş!
Şu an tehdit altındayım!
Tehdit altındayız hatta!
Kırmızı alarm durumuna geçtim.
İsterseniz siz de geçin!
Yani birden böyle hissetmem sanırım içinde bulunduğum zaman, mekan ve insan üçlemesine istinaden ortaya çıkan bir durum!
sizi bilmem.

Gece gece paranoyakça böyle hisler içinde bulunmam da zaten pek hayra alamet değil :S

Kaç gündür beynimi olgunlaşmış hatta ortası çatlamış içi görünen kıpkırmızı kocaman bir NAR olarak hayal ediyorum..
Küçücük bir darbeyle ortalığa saçılacak on binlerce sulu taneciğin içinden yansıyan düşüncelerin altında ezilip kalacağımdan öyle çok korkuyorum ki!
Kendi düşüncelerimin, kendi buhranlarımın sonum olmasından duyduğum dehşetengiz korkuyla birebir bu hissettiğim.
Bu yoğunluktan kurtulmak adına soğuk duşun altına giriyorum.
Arınırım sanıyorum.
Yanılıyorum.
Korkuyorum anne.
Çok Korkuyorum.
-yeni bir yıla sayılı günler kala böyle bir hissiyat içine girmem hiç hoş olmadı kuzum!hem de hiç!-

20 Aralık 2010 Pazartesi

my name is disappointment.


öyle sert ki kabuğum.
yere defalarca fırlat at hiç kırılmaz.
üzerinden bas geç canım acımaz.
iki, kırmızı tuğlalı duvar arasına sıkıştır yine sesi çıkmaz.
öyle korunmalı, öyle güçlü.

değil.
aslında;

öyle hassas..
öyle narin..
öyle kırılgan o iç-dış-her bir kabuk.
hatta kabuksuzum.
ince pembemsi bir yumuşaklıktayım.
hassasiyetim birinci derece yanık bir hastanın dokunulmazlığı gibi.
elle tutulmaz, gözle görülmez.
yalnız ve ancak hissedilir.
hisset.
istiyorum.
sadece.
hisset.

15 Aralık 2010 Çarşamba

that's the way i am.

"Minik/küçük bir kız çocuğu, soğuk/buz bir kış sabahı saat 7 sularında evinden çıkar tren istasyonuna gider. İlk treni kaçırdığı için hayıflanır içten içe, bir diğerini beklemeye koyulur. 15dk. sonra gelen sıkış tepiş trende kendine zar zor bir yer bulur ve yaklaşık bir saat boyunca
açılır kapanır kapıların eşiğinde, minik ayaklarına üfleyen soğuk rüzgarlar eşliğinde, kulağındaki müzikle yolculuk yapar. Kendini dışarı attığında sabahın o soğuk tazeliği yüzünü bir kez daha yalar geçer ve kendini metrobüse bırakır bu kez. Trendeki soğuk ve rahatsız yolculuğun tersine metrobüs gayet rahat, bir metropol şehrine yakışır sıcaklıkta ve ferahlıktadır. Bu durum küçük kızı çok mutlu eder. Kulağında çalmaya devam eden Steve Miller Band'in coşkulu sesine kaptırıverir kendini "wake up!wake up!" diyerek tempo tutar gözleri kapalı oturduğu yerden. Gözünü açtığındaysa Mecidiyeköy'e gelmiş olduğunu görür ve apar topar kalkar yerinden. Son bir vesait kalmıştır gideceği yere, onu da halletti mi 5 aydır hasret kaldığı o büyülü güzellikle kavuşacaktır. Metrobüsten sonra direkt metro istasyonunda diğer insanların arasına karışıverir gider.
5dk. sonra in-bin yaptığı taşıt çeşitliliğinden başı dönmüş şekilde özlediğine kavuşur.
Onun adı Beyoğlu'dur. Bey'lerin hası, Bey'lerin göz bebeği, Bey'lerin şanlısı, allısı, morlusudur.
Vuslat vakti gelmiştir.
Küçük kız dehşetengiz bir mutluluğun kollarına atar kendini, sevinç çığlıkları Taksim'in dört koluna birden yayılır. İnsanlar döner bir bakarlar vakur edalarıyla ama küçük kız oralı olmaz bile. O, içinde yaşamış olduğu muhteşem duygu taşkınlığıyla kolkola girmiş dans edip şarkılar söylemektedir.
O vakitten sonra zamanın dili tutulur kalır tek bir salise oynamaz yerinden, küçük kızın mutluluğu da sonsuza dek sürer gider.
Beyoğlu'na olan aşkı da bu mutlulukla bulanır, toz olur, uçar mavi-beyaz gökyüzüne karışır. "

İnsanların gitmekten hiç vazgeçemeyeceği, sokaklarını arşınlamaktan bıkmayacağı, her gün gördüğü benzer mekanları, ama sürekli bir hareket ve enerji halinde değişen insan yüzlerini gördükçe göresi geldiği nadir yerler vardır.
Benim de bu nadir mekanlarımdan biri de Beyoğlu.
Belki pek çok kimse için "ortak nadir mekan" olarak mimlenmiş olabilir, farketmez.
Sonuç olarak herkesin Beyoğlu'su kendine güzel, kendine has.
Velhasıl, uzun zamandır ayrı kaldığım bu güzel mekana nihayet bugün gidebildim.
Havanın buz etkisine aldırmadan, sabahın erkencik vaktinde düştüm yollara ki çabucak geçiveren zamanı dolu dolu kullanabileyim dedim.
Ama elbette ki yetmedi zaman nasıl geçtiğini anlayamadım bile. Yapamadan geri geldiğim pek çok şey oldu. Eeee sürekli "ayy şu vardı, ayy buraya da uğrayacaktım, aaa orasını da gezmeden olur mu canımm??" derken vakit su gibi akıp gitti ellerimin arasından bir şeycik de anlamadım. Tez vakitte tekrar gitmeyi canı gönülden istiyorum. Onur gelsin bol bol uzun uzun uzun gezeriz, zaman sınırlamalarına maruz kalmadan ;)

Şimdi sırada bugün çektiğim fotoğraflarımdan bir kaçı var.
iyi-kötü-çirkin.
buyrun..







dostum kadrişim.




güzel kübramou.
















Beyoğlu güzeldir, çok güzeldir.
İnsanı tazeler, yeniler, hayal gücü, yaratma gücü getirir ona.
Yenilendim, tazelendim..
Bu gazla iyi şeyler hem de çok iyi şeyler olacak!
Bekleyelim, görelim.
song of the day:

13 Aralık 2010 Pazartesi

living on a thin line.


"Yoğunluğun cılkının çıktığı yer" nerede diye sorarsan seni içimde sakladığım o karmakarışık dünyanın içine zevkle buyur edebilirim. Orada envai çeşit kargacık burgacık olay-olgu-düşünce-duygu-ne ararsan var işte. İçinden çıkamayacağım derinlikte herşey. Yüzeysel yaşamayı, yüzeysel düşünmeyi, yüzeysel hissetmeyi istiyorum ve sakin-dingin-durgun ortamlara ihtiyaç duyuyorum. Bir süre soyutlansam, soyutlanabilsem öyle güzel olacak ki? Ama şu koşullarda bu durum na.mümkün.

Yalnızca çarşamba günü kendimi Taksim/Beyoğlu sarkacına bırakacağım. Çok uzun zaman oldu Beyoğlu'na gitmeyeli, pasajlarını dolaşmayalı, kitapçılarında soluklanmayalı, istiklal'in kalabalığında binbir çeşit insan arasına kaynaşmayalı...
Paris'i de alıp yanıma gideceğim kara kışa fırtınaya inat. Bol bol fotoğraf çekimi yapacağım, bol bol gezip dolaşacağım. Buna fazlasıyla ihtiyacım var.

Diyorum ki o vakit "saçıl zaman saçıl, gel çarşamba gel!"

Geçmiş zaman oldu kardeşim Uğur'u da askere yolcu ettik. Onur'un gelmesine 35 gün kalmışken yeni bir bekleyiş içine girmek epey zor olsa da davulla zurnayla eğlenceyle duayla yolcu ettik kendisini. Kütahya'ya çıktı askerliği. O da Onur gibi çok şanslı yer konusunda, şükürler ediyoruz dolu dolu. Onur'un şafak 35, Uğur'un 154.
Haydi geçsin zaman sular seller misali.

Son zamanların yoğunluğu, yorgunluğu, hüznü, mutluluğu da aslında biraz bundan kaynaklanıyor. Etrafımdaki boş insan kalabalığı epey yordu beni. Evimiz yakın akraba, uzak akraba, konu komşu, çoluk çocukla doldu taştı. Hizmette sınır tanımayan müessesemizde "ayın elemanı" şerefine nail olmaktan mutluluk duyuyorum.
Her akşam baş ağrıma iyi geldiğine inandığım bir bardak papatya çayımın sayısını üçe çıkardım ancak etki ediyor.

Bir de ablam ve iki zıpır yeğenim bizdeler. [ikisi de erkek bu arada.] Yerlerinde duramıyorlar, sürekli peşlerindeyiz. Biriyle ilgilenirken, diğeri "hooop!" atlıyor, biri çizim yapıyor diğeri bas bas bağırıyor, aguluyor, buguluyor, kıkırdıyor, sürekli ses çıkarma gayreti içerisinde. Eeee güzel, hoş, iyi deee bir vakitten sonra malesef konsantre olamıyorum hiçbir şeye, dikkatim dağılıyor ve beynim karıncalanıyor işlerime de odaklanamıyorum. Uyku saatlerini bekliyorum. O zaman işte sükuta erdiğim vakittir. Ne mutlu bize :D

Zaman böyle geçip gidiyor..
Ben de ne mutlu ne mutsuz fakat çoğunlukla arafta kalmış bir beyinle devam ediyorum yaşamaya.
Uzun sürmez bu haller.
Gelir geçer.
Hep böyle olmuyor mu?

5 Aralık 2010 Pazar

we were there.


Selam biz Yeşim ve Deniz. Dün aralık ayının yazı aratmayan sıcak bir gününde 5 aylık özlemimizi giderdik bir araya gelip. Biz deliyiz ve Kalamış marina çok güzel. Paris Edward'la fotoğraf çekmeyi de çok seviyoruz. Bugün kış geri döndü. Olsun biz kavuştuk ya sorun değil.
Fotoğraflarla başbaşa bırakıp sizi öpüyoruz.
Hayat güzelmiş bi de.



Bu hoş bay görmüş olduğunuz hoş bayanın sevgilisi, yani benim. [Deniz.]
Bu pamuk şekeri de annem. [tam fındık kurdusun sen anne! Deniz.]



Ayna-Paris-Bendeniz. Böyle pozlar vermeyi sevdik biz. [Yeşim.]


Biz, Yeşim-Deniz.


Ayna ayna içinde biz aynanın içinde.



Edimsel koşullandığım için ayna görünce dayanamıyorum. [Yeşim.]



Roberto Carlos bacaklarım. [Yeşim.]
Kışlık botlarım. [Deniz.]



Kalamış'tan kareler.


Odamdan iki parazit kare. [Deniz.]







Çok güzelsin.



günün anlam ve önemine istinaden çalınan parça ise;
This Mess Were in.


3 Aralık 2010 Cuma

halet-i ruhiyeler.


Anlatması güç, yaşanması da çok ağır bir hafta geçirdim. Meslek hayatımın en darbeli, en tehditkar ve bol taciz içeren [sözel ve somut olaylar dahilinde bu taciz sözcüğü] olaylarını bir çırpıda yaşamak gerçek anlamda naif olan yüreğime deprem etkisi yarattı. İçsel ve dışsal her türlü yıkıma uğradım. Toparlanmak içinse sadece kitaplara sığındım. Ağlamak kar etmedi. Ağladım, ağladım, ağladım. İçim yırtılırcasına, parçalanırcasına ağladım . Sonra sustum ve okudum. 5 kitap bitirdim 5 günde. Okuldan gelip kapattım kendimi odaya. Uyudum, uyandım, okudum. zehir zemberek geçen bu haftayı silip atmak istiyorum ama beynim her türlü yaşanmışlığı hep uzun süreli bellekte korumaya devam ediyor. İstesem de silemiyorum. Durum böyle olunca da yapabileceğim tek şey bütün yaşanmışlıkları bir deneyim, tecrübe kılıfına sokup kozalamak oluyor. İçimdeki kurtçuk dilerim günün birinde rengarenk bir kelebeğe dönüşür..kolunu kanadını daha fazla kırmadan kimseler. 1 günlük ömür de kafi. Yeter ki sonunda aydınlığı görsün gözlerim.

Yarın tüm bu haftanın yaşanmışlığına inat aylardır yüzünü görmediğim çok çok sevgili Dostum Denizcan'ımla buluşacağım. İçimdeki özlemi kelimelendiremiyorum yarın bir göreyim gül yüzünü işte o zaman hayat enerjime tekrar kavuşacağım. [şimdiden heyecanlandım, gizleyemem.]
Güzel bir post hazırlayacağım yarına..
Güzel bir kahvaltı sofrası, sıcak-güleryüzlü bir dost, bir anne, bir abi, birkaç kedicik, bir yeşocan, sonra sokaklar bekler bizi ve tabii Paris Edward yanıbaşımızda.
Yarın olsun, mis olsun o vakit!

Görüşmek üzere.

foto geçen yıl ki kayıtlardan, Denizcanım ve bendeniz.

28 Kasım 2010 Pazar

biz iki küçük dil balığı.


Onur geldi. 2 günlük evci iznine. Nasıl özlemişim anlatamam. Yetmedi zaman. Her zaman ki gibi doyamadım gül yüzüne, hoş sohbetine, kahkahasına, uykulu hallerine, ve daha pek çok şeye. Yolcu ettim 4 saat evvel ve sonra ben de atladım geldim evime. Onunla geçen zamanın doluluğundan şu an içinde bulunduğum boşluğu tarif etmem imkansız. Fotoğraflarımıza bakıyorum. Daha bir kaç saat evvel yanındaydım şimdi yok. Ama mutsuz değilim sadece bir boşluk içindeyim o kadar. 50 günü kaldı. Sadece ve sadece 50 gün. Sonrası hakiki bir kavuşma, buluşma, doya doya hasret giderme keyfi.
İple çekiyorum şimdiden
ve ben bu deli çocuğu çok seviyorum.



güzel bir şarkıyla veda edeyim. O'nun armağanı ;)