26 Ekim 2011 Çarşamba

kiremit.

Az evvel çıktı yola kardeşim. Ankara'ya günübirlik bir yolculuk. İş başvurusu için. Annem ablamlarda. Miniklerin yanında birkaç gün. Ben, evde yalnızım. Düşüncelerim, yeni örmeye başladığım kiremit renkli atkım, sıcak bir demlik çayım, yanında birkaç çeşit bisküvi, sadece evin duvarlarında yankılansın istediğim sesler adına açık olan televizyon, yorgun ayaklarım ve üzerine kılıf niyetine geçirdiğim yünlü çoraplar [malum kış geldi], çalmayan telefonum ve ben başbaşayız. 
Haberler, kötü haberler, tüyleri diken diken edip, gözleri yaşartan haberler.. Onlardan bahsedemiyorum bile. Çok canım yanıyor çünkü. Van'da kaybettiklerimizden biri de memleketimden bir öğretmen arkadaş olmuş. Çok üzüldüm. Ağladım. Dua ediyorum onun için ve kurtarılmayı hala bekleyen, göçük altında kısıtlı nefeslerini idareli kullanmaya çalışıp bir ışık için duayla bekleyen gözler için. Asosyal bir ülkenin sosyal ve sorumluluk sahibi insanları olarak hepimiz elimizden geldiğince yardım etmeye çalışıyoruz. Çalışmalıyız. Büyük yıkım. Yaralarımızı tüm millet hep birlikte sarmaktan başka yapacak bir şey yok.

Gözlerimi kapıyoruim. Bulunduğum ortamdan bir süreliğine uzaklaşmak adına. Ama olmuyor. Kafamda temiz bir sayfa açıp içine farklı ve rahat bir ortamın resmini çizemiyorum. Tutulup kalıyorum. Ben bir tek kendimi biliyorum. Kendi kafamın içindekileri. Ne hissettiğimi biliyorum bir de. Nasıl hissettiğimi. Rahat olamıyorum. Batıyor bir şeyler. Zaman zaman çıkıp ortaya acıtıyor belki de. Oysa ki bunun tersini hissettiğim zaman dilimlerini de yaşıyorum. Bir anda çılgın gibi pogo dansı yapıp oradan oraya vurmak istiyorum kendimi, kulaklarımı tıkayıp gökyüzüne bakarak dönmek ve son zamanlarımın hit parçası "i should fly" ı avazım çıktığı kadar söylemek, sonra kısılan sesim ve kızarmış yanaklarımla kendimi iskeleden buz gibi deniz suyunun içine atmak istiyorum. Burnumu tıkayarak gözlerimi suyun altında açıp, etrafımda dolaşan minik turuncu mercan balıklarıyla dansıma burada devam etmek ve ardından nasıl olduğunu anlamadan çıplak kuru ve etrafımda yüzlerce siyah-beyaz-benekli tavşanın oradan oraya zıpladığı, tarçın renkli bir adada gözlerimi açmak istiyorum.

O'nu seviyorum ve de. Özlüyorum. Sürekli yanımda olmasını, yanımda olamasa da varlığını hep yanımdaymışçasına hissettirmesini istiyorum. Savaş meydanlarında büyük bir tutkuyla devam eden aşk gibi seviyorum. Eksilmeyen bir tutkuyla. Minik ipekten bir mendile baş harflerimizi işler gibi, saçlarımı tutam tutam ayırıp örer gibi, çayımın demini almasını bekler gibi.. Özenle, kıymetlice.
Çok seviyorum ben, çok.

Kötü günler yaşıyoruz. Ama umutsuz olmak ve hep kötüye odaklanıp kalmak da bir çözüm müdür? Bir ışık, bir umut taşımalı göz bebekleri. Sık sık buğulansa da pırıltısını kaybetmemeli. O ışık sönünce tekrar yanmayacağını biliyorum ben. Yıllar önce babamın gözünde sönen o ışığın bir daha hiç yanmadığını bildiğimden beri hem de.

2 yorum:

yıldız dedi ki...

Umudu bulup sarılmak zor da olsa böyle zamanlarda sıkı sıkı sarılmak gerek bulduğumuz en ufak hayalde bile.

Eftelya dedi ki...

Umutsuzluk olmasin...
ama bir bardak birkere kirildiysa,
birdaha...
Hayirlisi neyse o olsun. Allah o güzel kalbine göre versin!