26 Ekim 2011 Çarşamba

kiremit.

Az evvel çıktı yola kardeşim. Ankara'ya günübirlik bir yolculuk. İş başvurusu için. Annem ablamlarda. Miniklerin yanında birkaç gün. Ben, evde yalnızım. Düşüncelerim, yeni örmeye başladığım kiremit renkli atkım, sıcak bir demlik çayım, yanında birkaç çeşit bisküvi, sadece evin duvarlarında yankılansın istediğim sesler adına açık olan televizyon, yorgun ayaklarım ve üzerine kılıf niyetine geçirdiğim yünlü çoraplar [malum kış geldi], çalmayan telefonum ve ben başbaşayız. 
Haberler, kötü haberler, tüyleri diken diken edip, gözleri yaşartan haberler.. Onlardan bahsedemiyorum bile. Çok canım yanıyor çünkü. Van'da kaybettiklerimizden biri de memleketimden bir öğretmen arkadaş olmuş. Çok üzüldüm. Ağladım. Dua ediyorum onun için ve kurtarılmayı hala bekleyen, göçük altında kısıtlı nefeslerini idareli kullanmaya çalışıp bir ışık için duayla bekleyen gözler için. Asosyal bir ülkenin sosyal ve sorumluluk sahibi insanları olarak hepimiz elimizden geldiğince yardım etmeye çalışıyoruz. Çalışmalıyız. Büyük yıkım. Yaralarımızı tüm millet hep birlikte sarmaktan başka yapacak bir şey yok.

Gözlerimi kapıyoruim. Bulunduğum ortamdan bir süreliğine uzaklaşmak adına. Ama olmuyor. Kafamda temiz bir sayfa açıp içine farklı ve rahat bir ortamın resmini çizemiyorum. Tutulup kalıyorum. Ben bir tek kendimi biliyorum. Kendi kafamın içindekileri. Ne hissettiğimi biliyorum bir de. Nasıl hissettiğimi. Rahat olamıyorum. Batıyor bir şeyler. Zaman zaman çıkıp ortaya acıtıyor belki de. Oysa ki bunun tersini hissettiğim zaman dilimlerini de yaşıyorum. Bir anda çılgın gibi pogo dansı yapıp oradan oraya vurmak istiyorum kendimi, kulaklarımı tıkayıp gökyüzüne bakarak dönmek ve son zamanlarımın hit parçası "i should fly" ı avazım çıktığı kadar söylemek, sonra kısılan sesim ve kızarmış yanaklarımla kendimi iskeleden buz gibi deniz suyunun içine atmak istiyorum. Burnumu tıkayarak gözlerimi suyun altında açıp, etrafımda dolaşan minik turuncu mercan balıklarıyla dansıma burada devam etmek ve ardından nasıl olduğunu anlamadan çıplak kuru ve etrafımda yüzlerce siyah-beyaz-benekli tavşanın oradan oraya zıpladığı, tarçın renkli bir adada gözlerimi açmak istiyorum.

O'nu seviyorum ve de. Özlüyorum. Sürekli yanımda olmasını, yanımda olamasa da varlığını hep yanımdaymışçasına hissettirmesini istiyorum. Savaş meydanlarında büyük bir tutkuyla devam eden aşk gibi seviyorum. Eksilmeyen bir tutkuyla. Minik ipekten bir mendile baş harflerimizi işler gibi, saçlarımı tutam tutam ayırıp örer gibi, çayımın demini almasını bekler gibi.. Özenle, kıymetlice.
Çok seviyorum ben, çok.

Kötü günler yaşıyoruz. Ama umutsuz olmak ve hep kötüye odaklanıp kalmak da bir çözüm müdür? Bir ışık, bir umut taşımalı göz bebekleri. Sık sık buğulansa da pırıltısını kaybetmemeli. O ışık sönünce tekrar yanmayacağını biliyorum ben. Yıllar önce babamın gözünde sönen o ışığın bir daha hiç yanmadığını bildiğimden beri hem de.

23 Ekim 2011 Pazar

büyük imtihan.

Son günlerde çok yoğun acıların çorap söküğü gibi geldiği ve en içten acı şeklinde hissedildiği günlerdeyiz ülke olarak. Daha birkaç gün evvel gelen şehit haberleriyle sarsıldık. Aslında bu haberler hemen hemen her gün karşılaştığımız türdendi. Bu seferki, sayı olarak çok olduğundan hakettiği tepkiyi geç de olsa toplamış oldu. Şehit sayısı bir-iki olsaydı şayet, bu kadar tepki toplamayacağı barizdi. Masaya vurulan "Yeter!" yumruğu ancak bunca can gittikten sonra olmamalıydı desek de sınır ötesi harekatın şehit haberleri akabinde olması da bir neticedir diyebildik bir şekilde.
Daha ben kendime tam olarak gelemeden bugün Van'dan gelen 7.2'lik deprem şokunu yaşadım. Kaç gündür içimde dışımda süregiden tatsız halet-i ruhiyeyi bugün biraz olsun ötelemek adına uzun süredir görüşmediğim fotoğrafçılık klubünden arkadaşlarımla Eskihisar'da buluşmak için çıktım evden. Hava bulutlu ama yumuşak ve tatlı, insanlar yaşadıkları duyguları evinde bırakıp atmış kendini çoluk çocuk dışarı, açık mavi tonda bir kılıf giydirilen pazar günü, buluşmaya erken gitmenin aceleciliğiyle tek başıma iki sayfa kitap okuyup açık demde şekersiz çayımı yudumlamanın keyif veren özgürlüğü falan feşmekan derken buluştuk çocuklarla. Saatim yanımda ama teknolojiden tamamen uzak bir ortamda olunca haberlerden birhaberdim. Arkadaşlarımdan biri söyledi. Çok üzüldüm. Telefonda Küçükbey'den aldığım yüzeysel haberlerden sonra eve gelir gelmez televizyon ve internet kanallarından olayın korkunç boyutunu öğrendim. Çok üzüldüm. Hele ki bu terör olaylarından dolayı milletimizin çatlayan sabır taşlarının ve ince bir çizgide oynayan farklı psikolojik yıpranmışlıklarının etkisiyle bazı şahısların yapmış oldukları saçma sapan yorumları okuyunca daha bir üzüldüm. Bu bir dil,din,ırk sorunu değildir ki bunu düşünen asıl bölücülüğü içinde, fikriyatında taşıyan kişidir. İnsanlık söz konusu. Şahsen, Kaddafi'nin ayaklar altında sürünen ve oradan oraya fırlatılan cesedini gördüğüm zamanda bile içim cızladı benim. İnsanlar üzerine uyguladığı diktatörlük, acımasızlık vs. gözüme görünmedi. Sadece kim ve ne olursa olsun bir insan cesedinin bu şekilde sergilenmesi benim insancıl fikriyatıma taban tabana zıt bir durumdu. Üzüldüm. Canım Ülkem'deki bu tarz yorumları okuyunca daha büyük bir üzüntü duyuyorum içimde. Kınıyorum ve de.
Şimdi yıpranan tüm hissiyata inat daha bir kardeşçe sarılma vaktidir.
Van için seferberlik vaktidir.
Ben bu ülkede ciddi anlamda sağ duyulu insanlar olduğunu biliyor ve her vatandaşın üzerine düşen maddi manevi her tür yardımı esirgemeden Van için yola çıkacağını biliyorum. Desteğe ihtiyacımız var. Desteğe ihtiyaçları var.
Esirgemeyelim.

Bu tatsız durumların ardındaki eleştirel eksiklikleri, hataları, ah'ları, vah'ları bir kenara bırakmak ve çözüm için çabalamak en doğru yoldur bence.
Güzel, çok güzel ve temiz, huzur dolu yarınlara uyanmak dileğiyle...
 

17 Ekim 2011 Pazartesi

yeni insan.


Yarın sabah bir otel odasında uyansam; perdeleri açıp, o zamana değin hiç görmediğim bir şehre baksam. Kulelere, parklara, köprülere, ortadan akan nehre şöyle bir göz atsam.
Kim olduğumu bilmesem, hiçbir şey hatırlamasam. Çantamda nüfus kağıdım ya da herhangi bir kimliğim olmasa. Adımı, soyadımı, geçmişimi, geleceğimi, yaşımı, umutlarımı, işimi, hiçbir şeyi bilmesem.
Yeni doğmuş bir çocuk ya da bir ölü kadar özgür çıksam otelimden dışarıya. Beklediğim telefonların, yapmam gereken günlük işlerin hepsini unutmuş olsam.
Telefon defterime bir göz attığımda anlamsız gelse bana tüm isimler ve o yanlarında yazılı olan telefon numaraları. boynumdaki mavi boncuğu bana kimin armağan etmiş olduğunu bilmesem. Anasız, babasız, eşsiz, çocuksuz, dostsuz bir insan olarak insem otelin merdivenlerinden. Bir türlü bir sevgiliyi hatırlayamasam; o çok sevdiğim ay ışığının, bulutların ardından göle süzüldüğü geceleri anımsamasam.
Banka cüzdanlarımın, kredi kartlarımın hepsi yok olmuş olsa. Ben onları bilmesem. Üstümde elbisem, ayağımda pabuçlarım, belleğim bomboş; bu sabah zamanı özgürce kucaklasam dünyayı. Bir kitapçı dükkanında kendi kitaplarımı görsem, ilgimi çekse arka kapak yazıları, cebimdeki parayla kimin olduğunu bilmeden bir ikisini alsam.
Otursam parktaki bir banka, elimde sandviç, kitaplarıma göz atsam. Evimden, işimden uzaktaki bu kentte akşama değin sokaklarda dolaşsam. Yeni evler tanısam, yüzümü yepyeni bir rüzgar yalasa, güneş hafifçe kızartsa yanaklarımı...
Gece otelime dönünce televizyonu açsam, haberleri bir film izler gibi izlesem; saçma bulup yarısında kanalı değiştirsem.
sonra yatağıma yatıp uyusam, yepyeni rüyalar görsem. Temiz belleğimi yavaş yavaş içinde bulunduğum bu yeni dünyaya açsam.
Bir çemberin içinde dönmekten, kendimi her gün gereken işleri yapmaya koşullandırmaktan bıktım usandım artık. Ülkenin durumundan, yağışlı sonbahar havasından bıktım, sıkıldım artık.
Yarın sabah bir otel odasında uyansam, ne geçmişimi, ne geleceğimi bilsem. Para pul düşünmesem. Aynada saçlarımın rengini ilk kez görsem.
Gözlerime, dişlerime baksam. Kendimi tanımaya çalışsam. Yeni doğmuş bir çocuk ya da ölmüş biri kadar özgür; yirmi dört saat yaşasam bu dünyada.
Rastgele aşık olsam.
Sevsem.
Sevilsem.
Yeniden kursam düşlerimi...

Nazlı ERAY

Son üç gündür en az yirmi kez okudum, okumaya devam ediyorum bu yazıyı.
O kadar kanıksadım.
O kadar içimden hissettim.
O kadar benim oldu bu yazı.
Yazardan bana geçti gibi.
Bir yirmi defa daha okuyacağımdan şüphem yok.
Siz de okuyun.

a deep and intense dilemma inside.


Koca geceyi uykusuz geçirdim. Akşam yaşadıklarım içimde anlamlandıramadığım, belirsiz, net olmayan hisleri ve düşünceleri de beraberinde getirdi. Ne düşüneceğimi bununla beraber ne yapacağımı bilememenin arafında kıvrandım gece boyu. Aylardır beklediğim şey nihayetinde gerçekleşmişti. Yolunu gözlediğim, buradan feryat figan etsem de sinirlenip öfke kussam da aslında içten içe hep beklediğim insan gelmişti. Dönmüştü. Hem de kendi kafasında kurduğu o gereksiz ve saçma düşüncelerden arınarak. Netti. Ne istediğini biliyordu. Pişmandı ve her şeyi yapmaya hazırdı. Hemen affedilmeyi beklemiyordu. Yaşadıklarımın kolay affedilir türden şeyler olmadığını biliyordu çünkü. Her şeyin farkındaydı. İçimi kemiren ve aklımı kurcalayan ne varsa hepsini bir bir anlattım. Öfkelendim yine. Gözlerimin önüne yaşadığım o depresyon hali geldi. Göyaşlarım, çığlıklarım, kendimi paralamalarım. Vicdansızca yaptı bunu. Düşündü beni belki ama harekete geçmedi. Çünkü kendinden emin değildi. Aslında baştan beri bensiz olamayacağını, bensiz yapamayacağını biliyordu ama benim sevgime olan güvenle ve biraz da çocukça bir şımarıklıkla istediği gibi davrandı. Sonu bir nevi kürkçü dükkanı.

Şimdi ben ne haldeyim, ne düşünüyorum, ne yapacağım?
İşte bu nokta koca bir dilemma.
Mantığımla hareket etsem cevabım gayet açık ve net. Yaşadıklarımı hiçbir insankızı kaldıramaz o kadar acı verici ve ağır. Haketmediğim bir konumda tek başıma bırakılmak, hiç yeri ve zamanı değilken sevdiğim adamın kendi bencilliğiyle hareket edip sadece kendi içindeki sorunlara yönelip beni yapayalnız ve biçare bırakıp giderken bunun asla ve asla telafisinin olmayacağını biliyordum ben. Koca bir delik varken şimdi yüreğimde bunu kimsenin tamir etmesine izin vermemem gerektiğini mantığım üstüne basa basa söylüyor. Haklı da.
Ama bir de işin diğer yüzü var. Yani içimde hala deli gibi çarpan sevgi. Onu gördüğümde heyecanlanmaya devam etmek, dizlerimin arkasının titrediğini hissetmek, masada otururken elime dokunduğu anda içimin pır.pır etmesi, çok özlediğim bakışlarını gözlerimden ayırmadığı anlar ve daha pek çok şey.
Bir daha bu hissiyatı başka birine hissedebilir miyim bilmiyorum inan ki. 6 yılımı verdiğim bu sevginin yaşanılan tatsız olaylarla, dipte sürünmelerle kıyaslandığında helak olmasını istememek sanırım yine benim yüce gönüllülüğüm. İçimdeki merhamet ve sevgi damarı bu kadar belirgin olmasa belki şu an bu satırları yazmıyor olurdum. Belki. Ama bildiğim ve gerçekten istediğim bir şey var ki o da küçükbeyi çok seviyor olduğum.

Bu dilemmanın ortasında nasıl düşüneceğimi, hareket edeceğimi bilmiyorum. Sanırım zamana ihtiyacım var. Küçükbeyin bana olan tutumu, gönlümü iyileştirmek adına yapacağı her şey, gerçekten beni isteyip istemediğini ve benim de onu gerçekten isteyip istemediğimi gösterecek. Kolay değil hiçbir şey. Kolay olmamalı da zaten. Hakettiğimi yaşamak istiyorum artık bundan sonra. Diplerde sürünmek değil. Gülmek, kahkaha atmak ve bunu da dopdolu bir mutlulukla yapmak istiyorum. Eski ben olmak istiyorum. Eski bıcır bıcır hayat dolu neşeli yeşocan olmak, hayatı yine aynı sonsuz enerjiyle yaşamak istiyorum. Bu halime dönmek için de birilerinin çok çok büyük çaba sarfetmesi gerekiyor.
Öyleyse diyorum ki, yeni bir bekleme dönemine hoşgeldin küçükhanım.
Zaman en büyük deva.
Zaman aklına mukayet olsun.
Zaman hayırlısını getirsin.

Yine yazarım.
Göüşmek üzere.

15 Ekim 2011 Cumartesi

günün ikinci postu.

Normal şartlarda günde iki postu üstüste girmek gibi bir adetim yoktur fakat yarın sabah enfes iki konuğumun kahvaltıya gelecek olmasının heyecanını not düşmek istedim.. Çok uzun zamandır beklediğim bu iki insan nihayet teşrif ediyorlar. Heyecanım had safhada. Eksiklerimi şimdiden hazırlayayım. Nefis bir havuçlu kek'le açılışı yapsam iyi olacak.
Görüşmek üzere! ^_^

feeling of well-being with DoDo! ^_^

Perşembe günü için yapmış olduğum heyecanlı bekleyişin sonunda beni pek sevgili DoDo bekliyordu. Kendisiyle en son [ve ilk de aynı zamanda] 1,5 yıl kadar evvel görüşmüştük. Ertelenip duran buluşmamızı nihayetinde gerçekleştirmiş olduk. İlk buluşmadaki heyecan yerini daha da samimi ve keyifli bir ortama bırakmıştı. Değişen daha pek çok şey vardı tabii. O gün çok şanslıydık çünkü gözyüzü o gün sakin ve kıpırtısızdı. Montlarımızı üzerimizden çıkarmadık ama yağmurdan da ıslanmadık. Dün ve bugüne kıyasladığımda bu durumu, daha anlaşılır olabiliyorum sanırım :)
Taksim'de buluşup Bebek'e indik. Denizin ve açık havanın tadını çıkarmak iyi gelir dedik, öyle de oldu. Kahve sohbetine bir daldık ki zamanın nasıl geçtiğini anlamamışız bile. Önce ben anlattım o dinledi sonra o anlattı ben dinledim. Dertleştik bol keseden. Güldük sonra. Fotoğraflarını çektim. Modelim oldu. Aklımdaki DoDo pozunu çektim [kendisi ilk fotoğraf olur.] rahatladım. Bebek sahilde hoplayıp zıplayıp dansedip çektiğimiz fotoğraflara insanların garip bakışlar atmalarına aldırmadık. [Gülümseyen kadını tenzih ederim.] Muazzam, fit görünüşüyle beni şaşırtan, pırıl pırıl parlayan yüzüyle gülümseyen, gülerken burnunun üzerinde hafifçe kırışan çilleriyle daha bir güzelleşen ve sohbetine doyamadığım bir DoDo buluşması oldu benim için. Tez vakitte tekrar bir görüşme yapacağız. Çünkü ayrılırken sevgili Paris Edward'ımın yuvası DoDo'da kaldı. Bahanemiz oldu bu durum hi-hi-hi ^_^
Şimdi sizleri Güzel Modelim DoDolicious'ın fotoğraflarıyla başbaşa bırakıyorum..















Günün sonunda DoDo'yu Atlas'taki sinemasına bırakırken ben de dostum ZuZucan'la buluştum. Güzel buluşmalarla tekrar biraraya gelmek dileğiyle ayrıldık..
Yanımda tarçınlı şekerlemelerim, badem ezmelerim ve Nazlı Eray'ın son kitabıyla selamlarım hepinizi ^_^
Bir de DoDocan'ın bu anigif'teki sevimliliğyle başbaşa bırakıyorum sizleri ;)


12 Ekim 2011 Çarşamba

la.la.la.la.la


Eve bu akşam biraz geç geldim. Sıcacık bir duşun altına girip kendime ve özellikle de kara sular inmiş ayaklarıma bir keyif yaptım. Bir kupa dolusu limonlu yeşil çayımı yanıma alıp biraz televizyon seyrettim. Annem ve kardeşimle gün.içi olaylarından bahsedip odama çekildim. Şu an kendi kendime bu akşamki gülünç muhabbetleri ve attığım bol kahkaları düşünüp tekrar gülüyorum. Aklıma geldikçe daha bir gülüyorum. Ne komiklik Allah'ım!
Bugünün yorgunluğunu yarının tatlı heyecanı silip atıyor. Mutlu oluyorum. Hediyelerimi paketleyip yanı başıma bıraktım. Sabahın erken saatlerinde yollara düşmenin yanaklarımı üşüten ama içimi kımıldatan tatlı telaşını şimdiden hissedebiliyorum. Sevdiğim insanlara verdiğim o güzel değer hiç eksilmeyecek gibi. Eksilmesin de zaten. Böyle güzelim ben, biz.
Dilimde bu akşamın yegane şarkısı kımıldatıyor beni. İçimi yaşam sevinciyle dolduruyor. Mutlu ediyor.
Öyleyse sizlere de gelsin efendim.
Sevgiler, mutluluklar bizden size, sizden bize geçsin!
Haydi bakalım ^_^



Geçse de yolumuz bozkırlardan,
Denizlere çıkar sokaklar!
^_^

11 Ekim 2011 Salı

classics.


Pazar gecesi çok berbat bir mide bulantısıyla uyandığım uykumdan sonra 36 saat boyunca bir türlü toparlayamadığım bünyemi bu sabah zar zor kımıldattım. Dün bu sebeple okula gidemedim pek tabii. Bugün öyle zorlandım ki, ama eğitim-öğretim beklemiyor ve de aksamıyor. Kaldığı yerden devam etmek zorundaydım. Ettim. Şu an beter yorgun olsam da eve geldiğimde annemin hazırladığı o nefis yemek kokuları beni kucaklayıp sarıp sarmaladı yaa tüm yorgunluğum pırr! uçuverdi. Bu keyfi özlemişim.

Bugün okula dönemde bir uğrayan Kadıköy'lü kitapçımız geldi. Cebimdeki son paramla iki güzel kitap almanın gururunu yaşıyorum. Biri Aziz Nesin/ Şimdiki Çocuklar Harika diğeri de yoğun eleştiri alan ve kendimde eleştiri yapma hakkını görmek adına okumayı istediğim Elif Şafak/İskender oldu. Ama en güzeli de sevgili Can Elifim'in hediyesi Murathan Mungan/Şairin Romanı'ydı. Bol kitaplı, 100 Temel Eser'li, çocuklarla kitaplar üzerine dk.lar boyu sohbetler yaptığımız keyifli bir gün oldu bugün doğrusu. Yorgunum ama sebebim de güzel..

Yarın akşam için güzel planlarım var ama en güzeli de perşembe günü için. Şimdiden heyecanla bekliyorum o günü. Hayat her zamanki seyrinde. Eksiklere alışmaya alışıyorum. Gözlerim arada bir buğulanıyor, dalgınlaşıyor sonra zorluyorum biraz yine pırıldıyor. Eskisi gibi olmasa da ben zaten pırıl pırıl parlamasını beklemiyorum. Yaşadıklarımı gözlerimin bile hazmetmesi çok uzun süreceğinden normal karşılıyorum. Sessizlikler yine -sadece ve sadece- bana karşı sürdürülüyor. Herkesle hayat bırakıldığı yerden yaşanıyor. Ben dışarıda tutuluyorum. Değerimiz bu kadar svegili bilok. Yapacak bir şey yok. İnsanlara kendini zorla kabul ettiremeyeceğini öğreniyor insankızı. Biz buna deneyim diyoruz. Yakıcı ve çok can sıkıcı olsa da zaman zaman bu deneyimlere alışıyoruz, nasırlaşıyoruz.

Kulağımda son zamanlarda en çok Bülent Ortaçgil ezgileri, sözleri dolanıyor. Nasıl yumuşak ve anlayışlı söylüyor öyle değil mi? Dinlemeli-Dinletmeli bence. Ruhları yumuşatmalı.

Fotoğrafım güzel yaz günlerinden kalma. Kış kendini gösterdi. Önce havalar üşüdü sonra evlerimiz, odalarımız. Isınsın istedim içim. Yoksa klavyeyi tık.tık.layan parmak uçlarım üşümüş, yeşil hırkamın kol kısımlarının içine saklanıp duruyorlar. Bu fotoğrafıma baktıkça içim ısınıyor.
Neyse.
Annem yemeğe çağırıyor. Söz verdim sohbet edicez yemekten sonra. Anlatacak çok şeyim var.
Şimdilik hoşçakal.

9 Ekim 2011 Pazar

dokuz.on.onbir.

Bugün çok sevdiğim 11 yıllık dostumun klasik tabirle söz günüydü. Hiç evlenmeyeceğini düşündüğüm ve bizi de buna inandıran minik kuş hepimizden evvel bu yola adım attı. Her zaman demişimdir sessiz durandan korkacaksın. Ben korktum şahsen ;)
Dostum Kadrişim, benim gibi ufacık tefecik bir hanımdır. Ama bugün öyle güzel olmuştu ki gözlerim yaşarmadı desem yalan olur. Daha birkaç ay evveline dek ben de bu tip hayallerle gözlerimi kırpıştırırken şimdi onu benim yerime böyle görmek hem hüzünlendirdi beni ama en çok da mutlu etti. Çünkü o kadar mutluydular ki, gerek Bay S. gerekse Kadrişim hep güldüler. Hem de tebessüm değil büyük ve dolu dolu kahkahalarla! Maşallah diyerek onların bu güzel anlarını paylaşmaktan ve bir de aynı mutlulukları kendimiz için dilemekten başka bir şey yapmadık tabii.
Sözde, havaların sağnak yağışlı olmasından dolayı dış çekim yapmayacaktık. Bunun için de hazırlanmamıştım doğrusu. Ama Bay S. bir fırsatını bulup aldı Hereke'de 15 dk.lık bir çekime götürdü. Evet evet bu dış mekan fotoların hepsini 15 dk.da çektik. Yine de epey eğlendik. Bu fotoları da -amatör fotoğrafçı- çalışmalarım olarak yayınlamaktan keyf duyarım. 

























Dostum Kadriş'e ve Sevgili Bay S.ye çok çok çok büyük mutluluklar, huzur dolu yarınlar dilemek bir dostluk görevimdir. Tamamına erdirdiğimiz fotolarla tekrar görüşmek dileğiyle sevgili takipçilerim..
Mutlu haftalar hepimize! ^_^

7 Ekim 2011 Cuma

dünyadaki karanlık yerlerden biri de bir erkeğin beynidir.

Korktuğum şey başıma geldi. Etrafımdaki insanları bir şekilde geçiştirebilirken annemi öteleyememenin ve karşısında berbat bir eziklikle ne diyeceğimi bilememenin çaresizliğini yaşadım. Öyle bir cümleyle geldi ki bana şok oldum. Annemden beklemediğim bir kararlılık ve kesinlikle karşılaştım. Hiçbir şeyden haberi yok. Yaşadığım acılardan, sıkıntılardan, gözyaşlarından. Hasta çünkü biliyorum benim bu hastalıklı halim onu daha büyük bir kedere sürükleyecek. Büyük bir sırrı saklarcasına çok daha büyük bir sabır ve erdemle içimde yaşıyorum her şeyi. Ama bu daha ne kadar sürecek? Bir şekilde açığa çıkacak ve ben o vakit neler olacağını, onlara ne diyeceğimi bilememenin sıkıntısını taşıyorum içimde. Çok zor ve sıkıntılı bir dönemi atlattığımı düşünürken aslında daha da sıkıntılı ve zor olana adım atmışım da haberim yokmuş. Allah kahretsin!

Tüm yaşanılanlar, ihtimaller üzerine kurulan tüm cümleler, tüm sözler, sıfatlar, suretler, yaşanan olaylar sadece ve sadece sevdiğim adamın beynindeki o karanlık girdaptan kaynaklı. Böyle bu durumda beni yüzüstü bırakmak lüksüne sahip olmasa da o bunu tüm bencilliğiyle yaptı ve ben şimdi hiç ama hiç haketmediğim durumlarla yüzleşmek zorunda kaldım. Hem de tek başıma!
Kahretsin ki tüm bunları yine yalnız başıma göğüslemek zorundayım. Ne el uzatanım var ne de beni düşünüp bana bir adım atanım ve bu durum artık fazlasıyla can sıkıcı bir hal aldı. Hiç kimsenin kaldıramayacağı bu durumu ben, öfkelensem de kızsam da salya sümük ağlasam da bugüne dek çok büyük bir olgunluk ve sabırla kaldırdım.
Ben yine de çok güçlü bir kadınım ve yine güçlü olmaya çalışıyorum.
Çünkü başka yapacak hiçbir şeyim yok.
Diliyorum ki bu dönemi sağlıklı, kolay bir şekilde atlatırım.
Diliyorum.
Diliyorum.
:(

6 Ekim 2011 Perşembe

hey soul sister, iam fine.


Hafta ortasında insanın tatil yapması gibi güzeli yokmuş. Bugünü dolu dolu evde geçiren bir kişi olarak bunu fazlasıyla hissettim diyebilirim. Annemin nihayet 3 aylık ayrılıktan sonra eve dönmesi, keyifli bir güne başlamam için en sağlam sebepti doğrusu. Onun yokluğunda evin tüm sorumluluğunu üzerime almış olmanın yorgunluğunu artık işleri bölüşerek hafifleteceğim. Ne mutlu bana! Hem ev işleri, hem çalışıyor olmak şu son 3 haftadır beni epey yormuştu. Hani desem buna alışkınım nema problema ama öyle bir şey de yok. Velhasıl, bundan sonra daha rahat hareket edebileceğim. En azından koştur koştur yaşamayacağım uzun bir süre.

Son zamanlarda yaşadığım sıkıntıya o kadar odaklanmışım ki gerçek hayatı yaşamayı unutmuşum resmen. Tek bir turuncu koltuk üzerinden kalktım ve bundan sonra ne yapacağımın nasıl yaşayacağım bilincinde olarak geri kalan hayatıma kaldığı yerden devam etmek ve kapattığım bir dönemin kalıntılarını silip atmakla meşgulüm şimdilerde. Şunu biliyorum ki, artık "Bir şey olmuyorsa zorlamayacaksın." Şu saatten sonra zorlanacak ne bir adam ne de aşk görüyorum ben. Değmediğini görüp kahırlanmaktansa, yok sayıp [tıpkı karşı tarafın bana yaptığı gibi] devam etmek güzelim hayatıma en mantıklısı. Duygularımı es geçiyorum. Bugüne dek hep duygularıyla hareket eden biri olarak bunun çok da işe yaramadığını hatta bu durumun beni mutsuzlukla ödüllendirdiğini gördüğüm için bundan sonrasında mantık ve gerçekçilik üzerine adımlar atmanın beni daha mutlu edeceğini görüyorum, hissediyorum, biliyorum. Karşımdaki adamın benim için ne kadar yanlış bir seçim olduğunu her geçen gün biraz daha anlıyorum. Hele ki yanından ayırmadığı o 3 kuruşluk adamlarla yaptığı saçma sapan şeyleri görmek, onların fikrine kapılıp desteğini alıp kendi düşüncelerinin çok çok dışında hareket etmesi ve kendisine hiç yakıştırmadığım pek çok şeyi yine bu 3 kuruşluk adamlarla yaşıyor olması gözümden düşmesi ve ondan nefret etmem için çok haklı bir neden.[Bu bahsi geçen 3 kuruşluk adamlar bu sıfatı hakikaten hakediyorlar. Çirkinliklerini olanca çıplaklığıyla tüm açık platformlarda cesurca sergilemeleri, kişiliklerinin çürüklüğünü "adamlık"mışcasına gözler önüne sermeleri sadece mide bulantısı uyandırıyor insanda. Benim sevdiğim adam da bu tarz kişilerle olan diyaloğunu benden ayrıyken daha bir yoğun ve içli dışlı yaşayarak bu saçma sapan yaşam stilinin göz karartan ve mide bulandıran albenisine kendini kaptırıp beni elinin tersiyle bir kenara fırlatabiliyor. Bunların hepsi ve daha fazlası ondan uzaklaşmama neden oluyor.] "Yazık" kelimesi çok hafif kalıyor yanında hissettiklerimin. Çok daha iri kelimeler var içimde. Ama bende kalsın. Şimdiden sonra içimde ölen biri için bir şey söylemek gelmiyor bile içimden. Kelimelerime yazık.
Neyse.

İş hayatı, okul hayatı, bıraktığım yerde beni bekleyen öğrencilerim ve çok çok sevgili öğretmen arkadaşlarım, anlaşamasak da beni destekledikçe kendimi mutlu ve şanslı hissettiğim ailem ve elbet bendeniz.
Hayat güzelliklerle karşılayacak bizleri. Buna inancım hala var. Çünkü biz güzeliz. Kirlenmemiş, temiz ve saf bir içtenlikle yaşamaya devam ediyoruz. Bunun elbet bir gün mükafatını alacağız. Er ya da geç ama bir gün mutlaka.

Bugünden beri dilime dolanan ve içimi keyfe bulayan bu güzel şarkıya verin kulağınızı ve sonra siz de benim gibi evin içinde heyyy heeeeyyy heeeeyyy diye diye dansedin, içiniz keyif ve mutluluk dolsun ;)

5 Ekim 2011 Çarşamba

küçük hanımın şarkısı.


Akşamım nasıl da keyiflendi aman aman..
Sevgili, düşünceli, hassas dostum Hale'm şahanem minnetler :)
Keyiflenmeme sebep olan şey ise şu TIK'ın altında saklı..
^_^

anigif'in boyutu devasa oldu biraz ama olsun..keyfim tüm ekranı kaplasın dedim :)

küçük turuncu balık.


Bugün öğrencilerimden biri beni turuncu bir japon balığına benzetti. Nedenini sordum. "İçimden geldi, size baktıkça turuncu japon balıkları geliyor aklıma." dedi. Güldüm. Çünkü son zamanlarda kendimi nedense küçük turuncu renkte bir balık olarak hayal ediyordum. Denk geldi.

Öğrencilerini çok seven küçük turuncu balıktan sevgiler.

4 Ekim 2011 Salı

2/2 in istanbul.

Dostum ZuZulikom'la yeni bir buluşmayla bir araya geldik. Yaklaşık olarak 1 aydır İstanbul'da. Özel bir bankada işe başladı ve kasım ayının ortalarına dek burada eğitim görecek. Bizler de hazır burada fırsattan istifade sık sık bir araya geliyoruz. İki tatlı muhabbetin belini kırdığımız, sınırlı saatler arasında çok şey paylaştığımız toplanmalardan birini de pazar günü yaptık. Dolmabahçe'de Denizcanım'ın beni yeni tanıştırdığı hoş bir mekanda buluştuk. Fizikçi, ZuZuliko ve sonrasında Jön Mes'ut'un kadroya dahil olduğu hoş bir pazar günü geçirdik. İyiydi iyi :)


Canım benimm!




Kuşlu böcekli yüzüklerimle yüzük şov, yeah!




Klasik kahve faslı ve belgesi fotoğrafı.








Mutlucuk kutlucuk gülücük dolu günler sevgili bilokcanlarım! ^_^