13 Aralık 2010 Pazartesi

living on a thin line.


"Yoğunluğun cılkının çıktığı yer" nerede diye sorarsan seni içimde sakladığım o karmakarışık dünyanın içine zevkle buyur edebilirim. Orada envai çeşit kargacık burgacık olay-olgu-düşünce-duygu-ne ararsan var işte. İçinden çıkamayacağım derinlikte herşey. Yüzeysel yaşamayı, yüzeysel düşünmeyi, yüzeysel hissetmeyi istiyorum ve sakin-dingin-durgun ortamlara ihtiyaç duyuyorum. Bir süre soyutlansam, soyutlanabilsem öyle güzel olacak ki? Ama şu koşullarda bu durum na.mümkün.

Yalnızca çarşamba günü kendimi Taksim/Beyoğlu sarkacına bırakacağım. Çok uzun zaman oldu Beyoğlu'na gitmeyeli, pasajlarını dolaşmayalı, kitapçılarında soluklanmayalı, istiklal'in kalabalığında binbir çeşit insan arasına kaynaşmayalı...
Paris'i de alıp yanıma gideceğim kara kışa fırtınaya inat. Bol bol fotoğraf çekimi yapacağım, bol bol gezip dolaşacağım. Buna fazlasıyla ihtiyacım var.

Diyorum ki o vakit "saçıl zaman saçıl, gel çarşamba gel!"

Geçmiş zaman oldu kardeşim Uğur'u da askere yolcu ettik. Onur'un gelmesine 35 gün kalmışken yeni bir bekleyiş içine girmek epey zor olsa da davulla zurnayla eğlenceyle duayla yolcu ettik kendisini. Kütahya'ya çıktı askerliği. O da Onur gibi çok şanslı yer konusunda, şükürler ediyoruz dolu dolu. Onur'un şafak 35, Uğur'un 154.
Haydi geçsin zaman sular seller misali.

Son zamanların yoğunluğu, yorgunluğu, hüznü, mutluluğu da aslında biraz bundan kaynaklanıyor. Etrafımdaki boş insan kalabalığı epey yordu beni. Evimiz yakın akraba, uzak akraba, konu komşu, çoluk çocukla doldu taştı. Hizmette sınır tanımayan müessesemizde "ayın elemanı" şerefine nail olmaktan mutluluk duyuyorum.
Her akşam baş ağrıma iyi geldiğine inandığım bir bardak papatya çayımın sayısını üçe çıkardım ancak etki ediyor.

Bir de ablam ve iki zıpır yeğenim bizdeler. [ikisi de erkek bu arada.] Yerlerinde duramıyorlar, sürekli peşlerindeyiz. Biriyle ilgilenirken, diğeri "hooop!" atlıyor, biri çizim yapıyor diğeri bas bas bağırıyor, aguluyor, buguluyor, kıkırdıyor, sürekli ses çıkarma gayreti içerisinde. Eeee güzel, hoş, iyi deee bir vakitten sonra malesef konsantre olamıyorum hiçbir şeye, dikkatim dağılıyor ve beynim karıncalanıyor işlerime de odaklanamıyorum. Uyku saatlerini bekliyorum. O zaman işte sükuta erdiğim vakittir. Ne mutlu bize :D

Zaman böyle geçip gidiyor..
Ben de ne mutlu ne mutsuz fakat çoğunlukla arafta kalmış bir beyinle devam ediyorum yaşamaya.
Uzun sürmez bu haller.
Gelir geçer.
Hep böyle olmuyor mu?

2 yorum:

ayci dedi ki...

o fotografları görmek istiyorum.
yarın carsamba ayrıca :)

denizcan dedi ki...

Yeşocan'ım Allah kavuştursun inşallah.. şimdi telefonuna mesaj göndermiştim aklımdayken bloğuna bakiim dedim.. biri gelirken, dieri gidicek.. kardeşin de sevdiğin gibi sağ salim dönecek.. sen de yormamaya çalış kendini canım benim.. benim gibi bir sürü insanın da hayatına renk katıyorsun, sakın soldurma gül yüzünü.. paris'e de çok çok sevgilerimi sunarım, özletmesin kendini ;)