31 Aralık 2014 Çarşamba

happy new year 2015!

        





          Geçen yıl, yeni bir yılı karşılarken evimden 1531 km.uzaktaydım. Ailemden, sevdiklerimden, dostlarımdan, alışkanlıklarımdan, evimin huzurlu keyfinden ve daha onlarca aşina olduğum ve vazgeçemeyeceğim şeyden çok uzaklardaydım. Evet, bulunduğum yerde de çok güzel insanlarla birlikteydim hatta çok da keyifli bir gece geçirmiştik hep birlikte ama işte insan ait olduğu yeri istiyor hep. Hele ki hamile ve eşinden uzaksa yeni bir yılı karşılarken istediği tek şey sevdiği adamın yanında olmasıdır elbet. Velhasıl, acısıyla/özlemiyle/sabrıyla/tattırdığı bambaşka deneyimleriyle/uzaklığıyla/yakınlığıyla/ve yaşanmışlık haneme eklenecek yüzlerce farklı ve güzel şeyle 2014 yılını da yedik bitirdik. Yorgunluğu elbette var! Hele ki benim üzerimde ekstra bir yorgunluk, ekstra bir bitmişlik var. Bu sebeple 2015ten yana çok umutluyum ve heyecanlıyım. 
En önemlisi bu yeni yıla sevdiğim adamla ve sahip olduğumuz gözbebeğimiz Nevamızla girecek olmanın mutluluğu tarifsiz. Ailemizin de sağlığı sıhhati huzuru yerindeyse demektir ki yeni bir yıla keyifle girmek için her şey hazır! 
         
          Kendime sözde geçen yıl söz vermiştim `daha çok yazacak, daha çok paylaşacak, daha çok anlatacaktım. Planlı ve programlı olmaya daha çok dikkat edecek, üzerime çöreklenip kalmış ölü toprağından en kısa sürede silkinip kurtulacak, daha çok üretken ve aktif bir yıl geçirecektim. Yapamadım ya da şöyle diyeyim istediğim gibi olmadı. Çetelesini tutamadım 2014 ün fakat şöyle bir bakınca görüyorum ki aynı tembellik, aynı plansızlık, aynı uyuşukluk devam etmekte tüm hücrelerimde. Senenin ilk yarısı Mayıs'ın 23üne dek evime gidicem, Iğdır'dan kurtulacam, bebeğime kavuşucam heyecanıyla geçti. Haziran'ın 20sinden Aralık'ın 31ine dek de full time Nevamlayım. Aynı yatakta, aynı kanepede, aynı masada, aynı yastıktayız. 6 ay 11 gündür yanımdan ayırmadığım (Zaruri işlerim dışında) dünyalar tatlısı, ballısı, lokum tanesi bir kız bebeğine dünyadaki ilk yıllarında klavuzluk ediyorum. Onu besliyorum, giydiriyorum, onunla oyunlar oynuyor, ona banyo yaptırıyotum ve dünyayı keşfetmesine destek oluyorum. Buna tembellik dememek gerek ama. 2014ün son yarısı bir adanmışlık içinde geçti. Tembelliğim daha ziyade yaşadıklarımı anlatmamakla ilgiliydi. Notlar almak, duygu düşüncelerimi paylaşmak, farklı ve yeni şeylere kendimi kapatmakla ilgiliydi sanırım. Yoksa Bebeğim Nevayla 2014 ün ikinci yarısı tam bir mucizeler sahnesi gibiydi. Bunu belirtmem gerek. Kızdığım nokta bu nedensiz isteksizlik, keyifsizlik, yazmak-çizmek için illa birilerinin dürtmek zorunda kalması, içimdeki şevkin gelmesini beklerken geçip giden kaybolan onlarca gün/saat/dk. Bu sebeple yeni bir yıl olan 2015 için kendimden çok umutluyum. Artık üzülüp karalar bağlamak için bir sebebim yok. Hatta her sabah şükür içinde uyandığım mutlu bir çekirdek ailem var. Mutsuzluk kapının dışında kalmalı. Belki kimi sabahlar gerçekten kötü bir psikolojiyle merhaba diyeceğim güne ama bilmem ve hatırlamam gereken hep bir şey olmalı ve olacak ki o da Şükür'le uyuyup/uyanmak! Bir de bol bol dua etmek. Önce sevdiklerimiz sonra kendimiz için.

           Güzel bir 2015 olsun dilerim. Yüreğim dolu dolu. Her anın keyfini doya doya yaşayacağımız, planlı güzel etkinlikler düzenleyeceğimiz, tatmadığımız yemekler tadıp, gitmediğimiz yerlere gidip, yaşamadığımız deneyimler yaşayacağımız, her yeni gün yeni bir şey öğrenip bunu sevdiklerimizle paylaşacağımız, en sevdiğimiz dostlarımızla uzun sofra keyifleri yapacağımız, keyifli sohbetler edeceğimiz, Bebeğimiz Neva'yla dünyayı bebek/çocuk gözüyle yeniden keşfedip, rengarenk oyunlar oynayacağımız, çok çok blog yazıları yazacağımız, bol fotoğraflı, müzikli, resimli, spor, sağlık ve başarı dolu bir yeni yıl bizimle olsun inşallah! 

          Yeni yıl ruhuna uygun bir hava durumu, kar yağışı en güzel şekliyle yeryüzünü süslerken, Nevam ve babası, sevdiğim adam uykularının derinliklerine gömülmüş bana belli belirsiz gülümserken ben de blog yazımı 2014ün son günü olan 31 Aralık'ın ilk saatlerinde başarıyla tamamlamışken artık usulcacık veda eder uykuya giderim tıpış tıpış. 2015 te görüşmek dileğiyle sevgili bloğum! ^_^


p.s. Yeni yıl yazısının fotosu elbette Nevamın en sevdiğim hallerinden bir kolaj olacaktı. Ne sanıyordun? :)

23 Aralık 2014 Salı

6.ay 3.gün




Nevamız hasta. İlk hastalığı bu. Nedir peki? Öksürük [hafif çaplı], burun tıkanıklığı, boğazdan yükselen hırıltı, 36.5 ile 37.5 arası oynayıp duran ateş, halsizlik, uykulu mod. 6.ay aşısını yaptıramadık bundan sebep. İyileşmesini bekliyoruz. Elimden ne geliyorsa yapıyorum onu iyi etmek için. Bugün 2.gün 3.gece olacak. Elim ellerinde, kucaktan düşürmüyorum, yatakta kendini bir o yana bir yana atışı yok mu? Ahh..diyorum! Nasıl bu kadar üşüttü? Nasıl bu kadar dikkatsiz olabildik? :(
Öğle uykusundayken ben de bir yandan ona sıcak bebek tarhanası pişiriyorum, diğer yandan yazıyorum, bir diğer yandan da okuyorum. Annelik çok ciddi bir vicdan işi. Nevamızın hastalığıyla bunu bir kez daha anladım!
İyileşsin kuzum.
Sağlıklı, keyifli ve gülücüklü günleri olsun.
Amin.

11 Aralık 2014 Perşembe

Hayatım Neva.




Bu fotoğrafı 15 gün evvel çekmiştim. Neva'm 5 ay 5 günlükken. Doğumunun 4.gününde kahkaha atan bir bebek olarak kaydettiğim ilk fotoğraftan sonraki X.sayıdaki fotoğrafı. Hepsini paylaşmaya kıyamıyor insan. Bende kalsın, kimseler görmesin, tek ben göreyim, bir ben bileyim istiyor. Paylaşmaktan sakınıyor. Ahh ilerde kollarının arasından kayıp gittiğinde neler yapacak bu bencil annecik düşünmek istemiyorum. Anı yaşamak, onu sıkı sıkı sarıp öpmek, koklamak, hafifçe ısırmak ellerini ayak parmaklarını, uyurken gözlerinden burnundan öpmek, nefesini koklamak. 6.ayımızı doldurmaya 9 gün kala ve bu süre zarfında birkaç fotoğraf çekimi dışında yanından hiç ayrılmayışımı hesaba katarsak 7/24 hep onunlayken zamana içimden neden bu kadar hızlı geçip gittiğine dair öfkem büyüyor. Özlüyorum ardımda kalan her günü -ki her yeni gün bambaşka bir sürprizle beni şaşırtıp kahkahaya boğan ve ona daha çok bağlanmamı sağlayan bir kızçem var- her saati her dk.yı. Elimde fotoğraf makinem sürekli kayıttayım. Uyanık anları, uykulu halleri, sabah tatlılığı, akşam mahmurluğu, banyosu, masajı, her anını kaydetmekle geçiyor günüm. Hiç sıkılmadan saatlerce yapabilirim bunu. Şimdiden hardiskte hatırı sayılır bir kota dolumu yapmışım ya da abartmışım diyebiliriz. Velhasıl, hayatım şimdilerde hep Neva tek Neva olmuş. İyi ki de olmuş şikayet etmiyorum. Bilakis hayatımıza geldiği için öyle mutluyuz, öyle tam olmuşuz ki! Biz artık 3 kişilik gerçek bir aileyiz. -Anne//Baba//Bebek Çocuk!

Onunla ilgili umutlarım, hayallerim, korkularım, endişelerim ve daha sayamayacağım ama içimde büyüyen onlarca his var. Zaman zaman paylaşacağım buradan. Gece uykusuna dalmadan şu sevdiğim fotoğraflarını birleştirip koyayım istedim buraya. Sonra da gidip sarılayım minik kızımın sıcak bedenine. Ellerinden öpeyim. Sizin için de öperim tamam! ^-^

İyi Geceler!

Yüzüne baktıkça Neva'mın söylediğim şu güzel şarkıyı da not edeyim..Mutluluğu gelsin gözümün önüne çocuumun.




10 Aralık 2014 Çarşamba

10 aralık yani tam 4 ay sonra yeni yazı.

Ahh nasıl büyük tembellik ne feci bir uyuşukluk pervasızlık erteleniş!
Kendime o kadar çok kızıyorum ki!
Şimdi gmail hesabıma bir profil fotosu ekleyeyim dedim. Kayıtlı fotoğraflarıma bir baktım da aman Allahım! Ben ne kadar güzel yazılar yazmış, fotoğraflar paylaşmışım bu sayfada..Özenle, keyifle döşemişim tane tane her yaşadığımı, her duyguyu, her düşünceyi..Hayranlıkla bakakaldım sayfalara..
Sonra hayıflandım, kızdım, öfkelendim kendime..
Neydi beni alıkoyan yazmaktan paylaşmaktan anlatmaktan?
Neden böyle oldum?
Neye ihtiyacım var tekrar yazmak için?
Neyi bekliyorum?
Hayat hiç olmadığı kadar hızlı ve ben yetişmeye çalışıyorum.
Erteliyorum her şeyi.
Yazmayı, okumayı, dinlemeyi..
Yalnızca gündelik meşgalelerim, işlerim var günümün içinde..
Kendime zaman ayıramamaktan, keyifle kendimi şımartamamaktan dem vuruyorum.
Tek derdim Nevam.
Onunla ilgili de yazmıyorum.
Hayatımın hiçbir evresinde bu kadar tembel bir zamanım olduğunu hissetmemiştim.
Artık dur diyorum kendime!
Silkin ve kendine gel, kendin ol, yarat, paylaş, anlat!
Kalmasın anılarda..
Derli toplu dursun burada!
Geri dönüp baktığımda her şeyi bulayım kronolojik sırasıyla!
Hadi  göreyim seni Yeşim, doğ küllerinden!
hadi gülüm!
hadi aslanım benim!

4 Temmuz 2014 Cuma

Güzel Neva'mız Hoşgeldin Hayatımıza!


Heyecan ve merakla beklediğimiz güzeller güzeli kızımız Neva'ya 20 Haziran 2014 Cuma günü saat 17.15 te kavuştuk. Normal doğumla gerçekleşen doğum süreci çok şükür beni yıpratmadı. Sonrasında geçirdiğimiz hafif çaplı sarılık, emzirme kampı, ishale meyilli kızımızın sağlığını ve dünyaya adapte sürecini iyi bir şekilde tamamlamak için yataktan çıkmadan geçirdim vaktimi. Hala yatak keyiflerimiz devam ediyor tabii. Yeter ki o iyi olsun..Ağlamasın..Gözlerinden yaş akmasın..Huzurlu ve tatlı uykularda büyüsün inşallah..

Annelik bebeğini kucağına aldığın vakit başlayan bir görevmiş. Hep yakınıyordum hissedemiyorum bu duyguyu, hazır değilim bu duyguya vs. diye. Haklıymışım yakınmakta. Zira ancak onun minik bedenini kollarıma aldığımda ve onu ilk emzirmeye başladığımda anladım bu muhteşem duyguyu. Sana ihtiyacı olan mini mini, korunmasız, savunmasız bir varlığa sahip olmak, onu korumak, kollamak, sevmek, öpmek, koklamak (Aaahhh! Nasıl muhteşem bir kokudur o yarabbim!) sana ait olduğunu bilmek, onun meleklere gülüşünü kıskanmak ve acaba ne zaman gözlerime bakıp bana da böyle kahkahalar atacak demek, onun o masum ve ürkek yüzünü saatlerce bıkmadan usanmadan izlemek, ağladığında telaşlanmak, korkmak, onu kucağına alıp sakinleştirmek, göğsünde uyutmak, uykusuzluğa rağmen onunla dakikalarca saatlerce oturup konuşmak, ninni söylemek..ve daha nice nice şey!

Bu duyguyu ancak ve ancak yaşayan bilebilirmiş..
Annelik bambaşka bir şeymiş..
Bu muhteşem duyguyu yaşadığım 14.günden, zamanın ne çabuk akıp gittiğinden dem vurarak ve yine de birlikte yaşadığımız her anın keyfini çıkara çıkara küçük bir yazı iliştiriyorum bloğuma!

NEVAMIZ:
İyi ki geldin hayatımıza boncuk gözlü kuzumuz..
Seni Çok Seviyoruz Çok!

14 Haziran 2014 Cumartesi

-Hamile Çekimi- yapmalı; kendimizi kırlara, kumsallara atmalı!


Canım Blog.

Iğdır'dan gelmeden planlarını yaptığım, şöyle olur böyle olur, şuraya gideriz, burada çekim yaparız diye diye dilime pelesenk olan -Hamile Çekimi- muhabbetini nihayet bugün gerçekleştirdik. Geldiğimden bu yana her haftasonu hava yağmurlu ve soğuk gittiği için hep ertelemek zorunda kalmıştık. Ama içim içime sığmıyordu tabii. Tereddüt ediyorum sürekli, ya çekim yapamadan Neva kızımız doğarsa ya hayal ettiğim onca şey gerçekleşemezse diye..Neyse ki bugün artık bu işimizi de tamamladığımıza göre kızımız istediği vakit aramıza katılabilir..[İçten bir şükür geliyor bu cümlenin ardından.] ^_^

Düğün Çekiminde yanımızda olan fotoğrafçı arkadaşım Fatih bu sefer ne yazık ki katılamadı çekimlere. Biz de ne yapsak ne etsek derken kadim dostum Denizcanım'a götürdüm teklifi..Kendisi fotoğraf çekmeyi sever fakat full frame bir makineye aşinalığı yoktur..Yine de bakış açısına ve titizliğine güvenirim..Hem düğün çekimimizde de asistanlığıyla bizi yalnız bırakmamıştı :) Kendisiyle vakit geçirmek de ayrı güzel olduğu için bu özel çekimde de bizimle olup olamayacağını sordum. Müsait olduğunu çekim konusunda biraz tereddütle de olsa çekimi yapabileceğini söyledi. Ben de çekim modunu ayarlayıp yardımcı olacağımı söyleyince anlaştık. Plan dört dörtlük oturmadan sabah aldığımız bir kararlar Kilyos Sahiline gitmeye karar verdik. İlk kez Kilyos taraflarına gidecektim. Denizcan da benim gibi ilk kez gidiyordu. Küçükbeyim de uzun yıllar sonra ilk kez gideceğinden hepimiz de tatlı bir merak ve heyecanla düştük yola.
Muazzam bir güneş (aynı zamanda deli gibi kavuran cinsten) şansımız oldu. Fotoğraflarımız bol güneşli ve pırıl pırıl oldular. Çok bir beklentimiz yoktu Küçükbeyimle. Güzel birkaç kare pozumuz olsun, kızımız doğduktan sonra hazırlatacağımız albüme öncesi/sonrası diye koyabileceğimiz türden olsun bize yeter dedik.
Fazlası birikti bile ellerimizde!
Denizcanım sağolsun çok başarılı bir iş çıkardı. Fotoğraf çekimi ve asistanlık konusunda kendisini bir kez daha takdir edip teşekkürlere boğuyoruz buradan da! ^_^

Günümüz dolu dolu ve çok keyifli geçti. Hatta şansımız o kadar yaver gitti ki Boğaziçi Üniversite'sinin Seyirtepe Kampüsüne kimliksiz ve ücretsiz ve de torpilli girdik. Bunun için Security Musa'ya da içten bir teşekkür ediyoruz :)
Her şeyin güzel gittiği ve eve yorgun argın geri döndüğümüz bir günden elimize kalanları hemen derledim toparladım. Beğendiğim kareleri yayınladım. Burada da yer vermeden olmaz elbette en sevdiklerimden birkaç tanesine.

Bundan sonrasında artık bol bol kızçemiz Neva Hanım'lı fotoğraflarımız olacak..
Sağlıkla sıhhatle kucağımıza alıp evimize gelelim inşallah yeter..
Yine yazıcam..
Şimdilik see you bye! ^_^









                                  Rabbim mutluluğumuzu ve huzurumuzu hiç bozmasın inşallah! [AMİN.]

13 Haziran 2014 Cuma

Nil Karaibrahimgil'in o duygu dolu yazısı.


Annelik dediğimiz o müthiş duygu ve sahiplenmeyle ilgili internete birkaç gündür dolaşan fakat benim bugün okuma fırsatı bulduğum bir yazı var. İçten, samimi, gerçek ve yapaylıktan uzak sıcacık cümleleri içinde barındıran bir yazı. Nil Karaibrahimgil kaleme almış. Kendisi de yakın geçmişte Aziz Arif isminde bir ponçik dünyaya getirdi. Duygularını nasıl da güzel ifade etmiş ahh beni benden aldı okurken! Bloğumda da paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Benimle en iyi empati kuran varlıklar şu an annelik duygusunu tatmış olanlar değildir de kimdir? İşte okudukça içimi titreten bu yazıyı hemen iliştiriveriyorum şuraya:

Meğer Aziz Arifmişim
 Meğer ben suymuşum.
 İçimdeki akvaryumda bir insan büyüyebilirmiş. 
Meğer ben aklım değilmişim sadece, kalbim de değilmişim, bir bedenmişim ben.
Ikınıp bir canlıyı hayatla buluşturabilecek basit bir beden.
Meğer ben kadınmışım. Kadın gibi bir kadın. Çocuk gibi bir kadın değil sadece.
Meğer ben aynadaki ben değilmişim.
Aynadaki kimmiş ben başkaymışım. Bir içim varmış benim. Bir de dışım.
Meğer tek aşk, şarkılardaki değilmiş.
Başka bir aşk varmış yavruya duyulan.
Kalbe doğumla dolan. Kaynağından gözyaşlarıyla fışkıran.
Meğer annem... Ah annem... Bakın yazamıyorum ona gözlerim doluyor.
Meğer beslemeye muktedirmişim.
Sütmüşüm ben, ilaçmışım, balmışım. 
Meğer kokum birine cennetmiş, sığınakmış, yuvaymış.
Meğer kaderde en sevdiğim adamdan çocuk yapmak da varmış, şükür. 
Meğer bilmediğim ne çok şey varmış.
Asıl anlatacak ne çok şey varmış bilmem ki nereden başlasam...
Dünyadan? Kıtalardan? Hayvanlardan?
Annenden, babandan, insanlardan?
Meğer uykusuzluk da güzel olabilirmiş.
Hatta fazla uyku hasret yaparmış, yavrunla arana girermiş. 
Meğer her şey yeniden başlarmış.
Eski olan her şey bir anda eskirmiş.
Meğer seninle konuşmayan minnacık bir adam, sana kendini anlattırırmış. 
Meğer benim bir oğlum olacakmış, kim bilebilirdi. 
Meğer ben bir matruşkaymışım.
İçimden bir küçüğüm çıkarmış. 
Meğer geceyle gündüz palavraymış. 
Hepsi şimdiymiş. 
O uyumayınca uyku da neymiş. 
Uykun gelmezmiş. 
Zaman güneşin uydurmasıymış. 
Meğer annem beni bundan merak edermiş, arayıp sorarmış, dayanamaz gelirmiş, başımdan eksik olmazmış, deli gibi severmiş. 
Meğer ben Nil Karaibrahimgil, Aziz Arif’sizmişim eskiden. 
Meğer minik bir yavrunun gözlerinde kainatın sırrı gizliymiş. 
Bakıp çözülmezmiş sadece dalıp gidilirmiş. 
Meğer avuçlarım onun elleri için kılıfmış.
Meğer kollarım onun ilk eviymiş. 
Meğer sesim ona müzikmiş, hikâyeymiş, ninniymiş.
Meğer dualar gerçek olurmuş.
Meğer kalbim artık onun kalbiymiş. Onda atacakmış.
Meğer büyümenin, öğrenmenin, çoğalmanın, yenilenmenin sonu yokmuş.
Meğer yeryüzünde cennet varmış.
Meğer mutluluk gözyaşları varmış. 
Meğer biri uyurken yapacak şeyinin kalmadığı, aklına bir şeyin gelmediği olurmuş. 
Meğer sevginin sonu yokmuş.
Meğer iki kelime bir büyü gibi diline dolanıp bir ömür bütün cümlelerinin öznesi olabilirmiş.
Aziz Arif. 
Meğer babamın dediği gibi bizim için artık, ‘saatli maarif takvimi’ yokmuş, ‘sıhhatli Aziz Arif takvimi’ varmış.
Hoş geldin oğlum.
Aziz ol.
Arif ol.
Amin.


Daha fazla ne denebilir ki!
Özellikle beni benden alan birkaç cümleyi koyu renkle yazdım. 
Her bir cümlenin anlamı çok yoğun elbette ama bu cümleler beni daha bir etkiledi nedense.
Velhasıl, Nil'e bu güzel yazısı için ben de kendimce bir teşekkür ediyor ve minik Kızımız Neva'ya kavusmayı iple çekiyorum ^_^

12 Haziran 2014 Perşembe

39.hafta ve hisler, düşünceler, olaylar yumağı


      En son blog yazımı Iğdır'da kaydetmiştim. Sanırım 22 Mayıs tarihindeydi. O zamandan bu zamana [12 Haziran] tam 20 gün geçti. Bu süre zarfını, evimden 8 aylık ayrılığın yerleşme çabasıyla geçirdim. Taktık takıştırdık eşyalarımızı ve minik bebeğimiz Neva Hanım'ın eksiklerini tamamladık. İlk 10 gün özellikle en yoğun ve telaşlı zamanlardı benim için. Her an doğurabilirim endişesiyle işlerimi tamamlamaya çalıştım durdum. Iğdır'da bol dinlenmeli zamanlardan sonra buradaki telaş ve yoğunluk biraz yordu beni ama sonunda değdi. Şimdi heyecan içinde minik ponçiğin gelmesini bekliyoruz. Hemen hemen her şeyi tamam. Birkaç ufak ayrıntı ve detay dışında eksiğimiz yok. Bu detaylar da Yeşocan'ın süsü püsü aslına bakarsan.
       Hoş, olayı çok fazla dallandırıp budaklandırmaktan hoşlanmıyorum. Doğum konseptleri, hastane odası süslemeleri, olayı bambaşka bir boyuta taşıyan baby shower gösterileri vs. bana inanılmaz gösteriş budalılığı gibi geliyor. Elbette şahsi görüşüm bu. Bunu tatlı bir heyecan ve anı olarak yapan insanlara diyecek bir şeyim yok. Sadece ben hoşlanmıyorum bu tarz etkinliklerden. Sade, öz ve kıymetli anılar kalsın doğumumuzda geriye bize yeter. Örneğin, İstanbul'da geldiğimden bu yana devam eden sağanak yağmurdan sebep hayalini kurduğum hamile çekimini hep ertelemek zorunda kaldık. Havanın kendini yeni yeni toparladığı bu günlerde haftasonu için bir çekim yapalım muhabbetleri yapıyoruz. İnşallah doğurmazsam bunu gerçekleştirebiliriz. Sonrasında da beybinin aramıza katıldığı fotoğraflarımızla güzel bir albüm hazırlamak bence çok daha keyifli ve özel bir şey. Bunun gibi anılar bana daha anlamlı geliyor. Dilerim her şey gönlümüzce olur.
      Bebeğimiz için de aynı minimalist ve işlevsel düşünceyle hareket ettik. Evimiz kendimizce küçük ve yeterli bir ev olduğundan çocuk ya da bebek odası yapmak için ayrı bir alanımız yoktu. Bunun için tam set halinde bir bebek odası yapamadık. Daha evvelinde çalışma odası olarak kullandığımız ve kütüphanemizin de içinde bulunduğu odayı Neva kızımız için tekrar dekore ettik. Çalışma masasının yerine küçük bir kıyafet dolabı yerleştirip ayak ucuna da minik bir beşik koyduk mu şimdilik gayet kullanışlı oldu. Tek kişilik bazamız ve kitaplığımıza dokunmadık. Bazayı ilerleyen zamanlarda etrafını korkuluk yaptırıp kızımızın yatağı formatında kullanmayı planlıyoruz. Şimdilik böyle bir oda konseptimiz var. Yaşadıkça ve kullandıkça daha iyi yerleşim planları yapacağımızdan şüphem yok ve süslü püslü abartılı şeylere de gerek yok. Sade ve öz tercihimiz sonuna dek ;)
        Kızımızın hazırlıklarını tamamlama işinin yanına kocaman bir tick! koyduk tamamdır fakat peki bebeğin doğum işi nedir? :) Şöyle ki şu an 39 hafta +1 günlüğüz. 40 haftamın tamamlanmasına 6 gün kaldı. Vefakat Neva kuzusunda henüz hiçbir kıpırdanma yok. Dünyaya gelme konusunda biraz ayak sürter gibi. Henüz doğuma hazırlık gibi bir hareket yok. Bekleyeceğiz bakalım. Doktorum tahmini 40 haftayı tamamladıktan sonra maksimum 1 hafta daha bekleyeceğimizi normal doğum adına bir hareket göremezse sezaryenle bebeği alacağımızı söyledi. Normal doğum taraftarı olan biri için sezaryen yasaklı kelime! Bunun duyduğumda feci ürperiyorum ve hep dua ediyorum inşallah Neva kızımızın dünyaya gelişi normal yollarla olur. Elbette doğum anında yaşanabilecek komplikasyonlarda sezaryen mecburi yol fakat her şey normal giderken buna gerek olduğunu düşünmüyorum. Hele ki geçmişinde başından 2 büyük ameliyat geçirmiş ve kesik acısının ne demek olduğunu bilen biri için sezaryen doğum son tercih olacaktır. Hakkımızda hayırlısını diliyorum öncesinde tabii ki. Beklemeye devam edelim nazlı kızımızı :)
       Bebeğimizle ilgili hazırlıkları bir kenara koyduğumuzda geriye bambaşka düşünceler ve olaylar kalıyor aslında.. Hani son zamanlarda sürekli bu konuyla haşır neşiriz ya ötelediğimiz pek çok şey de yaşamıyor değiliz. Sabah uyandığımda her gün başka bir konuyla ilgili düşüncelerimi yazmam gerekiyor diyorum ama tembellikten inan erteliyorum yazacaklarımı. Oysa ki yazsam hafifleyeceğim,  ağırlıklarımdan kurtulacağım, daha rahat nefes alıp daha huzurlu uyuyacağım ama yapmıyorum. Bugün, her blog yazısına karar vererek başladığım gibi yine kararlı bir şekilde oturdum yazmaya. Biliyorum anlatacak o kadar çok şey varken özet halinde sadece şu anda hissettiklerimi ya da düşündüklerimi paylaşacağım. Ama gitmeden yazmayı planladığım yazılarla ilgili başlıkları bu yazının hemen sonuna iliştireceğim ki gözümün önünde dursun ve ben bu sayfaya uğradıkça hep yazmam gerektiği vicdanıyla başbaşa kalayım. En mantıklı hareket bu olacak :)

      Iğdır hayatımın bambaşka bir geçiş aşaması oldu. Orada yaşadıklarım, orada kendime kattıklarım, oradan öğrendiklerim, orayla ilgili her şey ama her şey artı ve eksi yönleriyle tecrübe haneme birbir eklendi. Lakin, benden götürdüğü pek çok şey de oldu. 1 yıldır sürdürdüğüm evlilik hayatımızı farklı bir boyuta getirdi misal. Evet bizler yine evliydik ama ayrıydık. Bu çok acı bir tecrübeydi. Aynı evi paylaştığın, aynı hayatı sürdürdüğün insandan ayrılıp başka fakat geçici bir hayata başlamak hem seni hem karşındakini olumsuz anlamda birçok şeye sürükleyebiliyormuş. Örneğin seni tahammülsüz, sabırsız ve fevri bir karaktere sokabiliyormuş. [ki bu karakterin, hamilelikle beraber vücudumu ele geçiren 37 farklı hormonla çok ilgisi var gözardı etmemeliyim!] Yalnız yaşamak, özgürce ve tek başına aldığın kararlarla hareket etmeye alışmak bunlardan en çok beni rahatsız eden etkileri aslında. Elbette her birimiz kendi içimizde özgürlüğümüzü yaşıyoruz evlendikten sonra bile. Ama farklı bir özgürlük oluyor yaşanılan. Bekarken yaşadığımız başka evlendikten sonra yaşanan başka bence. Sevgiliyken birbirimize karşı sorumluluklarımız bu kadar gözle görülür değil ya da hassasiyetimiz. Evlilikle birlikte, evlilik sorumluluğu dediğimiz; özgürlüklerimizi bir şekilde kısıtladığımız hayatımızla ilgili alacağımız her kararda danışarak hareket edeceğimiz bir boyut başlıyor. Herkesin evlilik ilişkisinde böyle olmayabilir. Benim için böyle ama. Bu boyutu geçirdiğimiz bir yılda oturtmuşken her şey iyi hoşken tekrar başa sarmak zor geldi bana. Tekrar alışma süreci, tekrarlar ve yine tekrarlar. Tek başınayken iki kişiyle bütün olmak, bir olmak kolay bir şey değil. Bunu  başardığımız sürece mutluyuz biz. Iğdır, bizi tekrar tek başına bırakmış şimdilerde yine bütün olma gailesi içindeyiz. İlk günler çok sancılı geçti inkar edemem. Böyle hayal etmemiştim dönerken. Bambaşka, bembeyaz, pamuktan hayallerde yüzmeye devam etmiştim. Gerçeklik beni alaşağı etti. Toparlanamadım. Çabaladım, nafileydi. Sustum ve ağladım. Uyuyamadım. Huzursuzluk içimi kemirdi durdu gecelerce. Mutsuzluğun dibinde dolandım durdum. Neyse ki şimdi yavaş yavaş her şey normal seyrine dönmeye başladı. Kaldığımız yerde değiliz belki ama yine geleceğiz o günlere. Bebeğimiz de aramıza katıldığında "Evet, biz şimdi gerçek bir aileyiz!" cümlesini huzur içinde güvenle söyleyeceğiz.

       Hayatta yaşadıklarımızdan ders çıkarmayı öğrenmeliyiz artık. Bir olay yaşadık, tepki koyduk, bitti. Yine benzer bir durum yaşandığında yine aynı tepkiyi verip bitirmekle olmuyor işte. Geçmişin öğrettikleriyle davranmak lazım. Ölçüp tartıp kendine en az hasarı verecek şekilde hareket etmek lazım. Yoksa acılar içinde yüzmek çilemiz olacaktır.
       Velhasıl, hayat devam ediyor. Kuşlar uçuyor. Ben her sabah uyandığımda şükrederek uyanıyorum ve hep pozitif düşünmeye çalışıyorum. Beynimdeki kurtlardan her geçen gün biraz daha kurtulmak demek daha ferah daha aydınlık ve daha parlak günler demek. Bunun için çaba sarfediyorum. Dilerim bu çabamın sonucunda arzu ettiğim huzur ve mutlulukla taçlandırılırım. [AMİN.]
     
       Şimdi yazmayı planladığım yazılarla ilgili küçük başlıkları şuraya gitmeden iliştirivereyim. Gözümün önünde dursun da yeri geldikçe içinden seçip seçip yazayım.

*  Anlayışlılık vs. Anlayışsızlık
*  Kıskançlık Nedir, Neden Vardır?
*  Polyanna Olmanın Avantajları & Dezavantajları
*  Bir İnsanı Çok Sevmek 
*  Hayatta Dik Durmak İçin Yapılması Gerekenler
*  Mutluluk Kaynakları
 
       Şu an not aldığım başlıklar böyle. Umarım gerçekten yazabilirim bu konularla ilgili. Bebeğimizin doğumundan önce en azından bir iki tanesini bitirsem kar sayacağım ya bakalım.
       Sana pazar günü İstanbul'a ziyaretimize gelen dostlarım Seyhan, [ ve güzel sevgilisi bay G.] Merviş-Göken-Cemroş ponçikleri, Emlak ve Çikoyla gittiğimiz bir mekanda çektirdiğimiz 39.hafta fotoğrafıyla veda ediyorum. Bol blog yazılı günlerde görüşmek üzere sevgili kadim bloğum ^_^

22 Mayıs 2014 Perşembe

a farewell to IĞDIR.

Zaman kimi vakit deli gibi akan kimi vakit ise akrep ve yelkovanın en miskin haleti ruhiyelerde olduğu dönemlere denk gelen değişik bir kavram bence. Nasıl geçtiğini anlayamadığımız keyifli günler ya da geçmek bilmeyen sıkıntılı dönemler.. Her halukarda -geride kalan, geçen, biten- bir şey. Velhasıl, bugün 8 ay evvel geldiğim ve bir şekilde yaşayıp bitirdiğim Iğdır'daki son günüm. 
Küçükbey'im yolda. Bana geliyor. Bu kez beni almak için geliyor. Beni götürmek için. Özlem ve ayrılığımızı sonlandırmak için. Heyecanım had safhada. Mutluluktan gözbebeklerim kocaman olmuş. Yüzümün rengi ışıl ışıl. Ahh ne çok bekledim bugünü. Nasıl tuttum ayrı geçen günlerin çetelesini unutmuşum. Bir yanım da hüzün yok mu? Elbette var.. Yaşanmışlıklar adına, kazandığım ve kaybetmek istemediğim dostluklar adına, yeni tanımaya ve keyfini sürmeye başladığım bu şehir adına, daha nice duygu, düşünce ve paylaşım adına hissettiğim içten bir hüznüm var.. Hayatımın bir köşesinde güzel anılarla hatırlayacağım şeyler hepsi..Güzeldi, eğlenceliydi ve keyif vericiydi. Dönüp baktığımda tebessüm ettirecek türden hepsi. İyi ki'lerim var. Keşke'lerim hiç olmadı çok şükür. Hamilelik sürecimde evimden ve eşimden ayrı geçirdiğim büyük bir sınavı başarıyla bitirdim. Bu süreçte yanımda olan herkese çok teşekkür ediyorum. Yurt arkadaşlarım, okul arkadaşlarım, dışarıdan tanıdığım yeni insanlar hepsi ama hepsi beni destekleyerek anlayarak ve dinleyerek yanımda oldular. İyi ki oldular. Hepsini çok çok çok fazla özleyeceğim. Yine de biliyorum ki artık bundan sonrası sağ selamet..
Bu şimdilik kısa bir veda yazısı olsun. Iğdır'la ilgili düşüncelerimi ve az ya da çok naçizane görüşlerimi içeren bir paylaşım yapacağım. 
Şimdilik son kez bavullarımı gözden geçirmeli, sevgili oda arkadaşım Ceylo ve yurttaki diğer kuzular Merve, Emine, Esra ve Gülseren için süpriz bir veda videosu hazırlamalıyım..
İstanbul'dan, evimden görüşmek üzere hoşçakal güzel blogum :) 

23 Nisan 2014 Çarşamba

23 Nisan Coşkusu.


Geçen yıl iç çekerek bakıyordum atanmış arkadaşlarımın 23 nisan fotoğraflarına. Çocukların coşkusunu, heyecanlarını, keyifle ortaya çıkardıkları dans videolarını gördükçe ben de gelecek yıl 23 nisan da böyle olacağım diyordum. Çok şükür şimdi hayalim gerçek oldu. Ben de kaldığım yerden kutlamalara devam edebiliyorum. Malum 2 yıl ücretli öğretmenlik deneyimimde bu duyguyu yaşamıştım fakat kadrolu öğretmen olarak kutladığım ilk 23 nisan olması açısından bugün daha özel ve anlamlı benim için. Şükürler olsun.

Dün Iğdır'da hava çok kötüydü. Fırtına, dolu, sağnak yağış derken bugün için endişeli yattım. Dilimde dualar tabii yağmur yağmaması adına. Sabah kalktığımda sıcacık bir güneş karşıladı pencereden beni. Nasıl mutlu oldum ahh! Hemen güzel bir kahvaltı ve ardından lezzetli bir hazırlık süreciyle okula gittim. Her şey yolundaydı. Keyifli bir tören yaptık ve sonunda da okulumuzun arka bahçesinde mangal partisiyle yoğun geçen koşturmalı günlerin acısını çıkarttık. Köy okulu olmanın avantajlarından biri de yeşilliğin için de merkez okullara kıyasla daha rahat bir çalışma ortamına sahip olmak. Yemyeşil çimenlere yayılıp ağaçların gölgesinde keyifle muhabbet etmek, çayını yudumlamak, bazen kitap okumak bazen öğrencilerle sohbet etmek gibisi yok. Bundan inanılmaz keyif alıyorum ve biliyorum ki İstanbul'a döndüğümde bu ortamı çok arayacağım. Özellikle de pek çok okulda bahçe kavramının olmaması, binaların arasına gömülen beton yığınlarında mutsuz ve gri günler geçireceğimi düşününce çok çok çok arayacağım bu yemyeşil ve ferah geçen günleri.

Iğdır'da son 1 ayım kaldı. Bir aksilik çıkmazsa 23 Mayıs'ta evime, yuvama ve eşime döneceğim. Bir yandan bunun heyecanını yaşarken diğer yandan burada kalan son günlerimi keyifli hale dönüştürmeye çalışıyorum. Hamilelik duygusallığı ve ufak da olsa depresyonuna inat direniyorum mutlu olmak için. Sağolsun okul arkadaşlarım, yurttan arkadaşlarım ve dışarıdan tanıdığım diğer yakınlarım etkinlik konusunda kafa dengi insanlar. Beni mutsuz moddan daha keyifli bir moda almak için çabalıyorlar. Ben de ayak uydurmaya çalışıyorum işte.
Odada kendi başıma kalıp sevdiğim insandan ayrı olduğum fikrini aklıma getirmediğim sürece sıkıntı yok fakat ister istemez düşüyor aklıma yapacak bir şey yok. Enerjim çekiliyor ve keyfim kaçıyor. Güzel bir gün geçirmiş olsam da içinde bulunduğum durumu yatağa yattığımda kabullenemiyorum. İnsanın gerçekten sevdiğine ihtiyacı var böyle bir dönemde ve ben her seferinde bunu dile getiriyorum evet farkındayım fakat çok zorlanıyorum. Yine de diyerek karamsar moduma bir son verip güzel şeylere odaklanmaya çalışmak en güzeli olacak sanırım.

Doğan Cüceloğlu'nun Savaşçı isimli kitabını okuyorum şimdilerde.
Beni ayakta tutuyor cümleleriyle. Güç veriyor ve hayata daha pozitif bakmama yardımcı oluyor. Kişisel gelişim kitaplarını sevmem ama bunun farklı bir tadı var. [Düşünsene benim gibi pozitif bir insan, pozitif düşünce takviyesine ihtiyaç duyacak duruma düşmüş. Vay anasını!]

İyi şeyler konuşmak lazım..
İyi şeyler düşünmek lazım..
Ne olursa olsun tatlı bir tebessüm lazım dudaklara..
Bir de anlayış lazım..En kuvvetlisinden..

Bugün 23 nisan.
Kutlu olsun çocuklarımızın bayramı.
Kutlu olsun Milli Egemenliğimiz!

21 Nisan 2014 Pazartesi

Bahar gelince güzelleşirim ben. Bir de canım gelince.



Küçük hamile bir hanımın 28.yaş gününü de geride bıraktık. Sevdiğim adam yanımdaydı ve çok sevgili dostum Deniz aynı gün İst.dan kalkıp Iğdır'a geldi benim için. 3 kişilik kalabalık bir mutluluktu bizimkisi. 19 Nisan'ı özel ve kıymetli kıldılar varlıklarıyla. Minicik bir pastayı üflerken dileğim bir daha ne eşimden ne evimden ne de sevdiklerimden bir daha bu kadar uzağa düşmemekti. Gelecek yıl hep birlikte olmayı arzu ederek üfledim minicik pastamın üzerindeki mumları.
Bir yaş daha büyüdüm. Geçen hafta 27ydim bu hafta 28.
Yeni yaşım bana bambaşka duygular ve yenilikler getirecek.
Minicik kızım Neva katılacak hayatımıza bundan daha güzel ve özel bir hediye olabilir mi?
2014ten beklentilerimin yanına şimdi bir de 28.yaştan beklentilerimi ekleyebilirim.
Aslında tam da beklenti değil benimkiler..
Düşünceler, arzular, dualar diyebiliriz.
Not defterime kaydettiğim şeyler artık daha fazla.

Daha çok yazmak, daha çok okumak, daha çok fotoğraf çekip paylaşmak ve hayatı daha tadını çıkararak yaşamk istiyorum yeni yaşımı.
Hayıflanmadan, şikayet etmeden, günümün gecemin uyanık olduğum ve nefes aldığım her günün şükrünü dolu dolu yaparak..
Bir de sevdiğim adamla birlikte aynı evde yaşamaya devam ederek..

Kabul olur herhalde bu hamile kızçenin duası..
Olur değil mi? :)

17 Nisan 2014 Perşembe

kavuşmalar..ahh kavuşmalar..

 
En son görüşmemizin üzerinden koskoca 38 gün geçti. Bir anne, bir kardeş, bir dost özlemi gibi değildi bu. Bu eş sevgisi bu eş özlemiydi. Bu annelik yolunda haftadan haftaya büyüyen karnımla ve değişen hormonlarımla kendi kendime geçirdiğim yalnız geceleri dindirecek yegane varlığın gelişiydi.
İçimi ne açabilirim kimseye ne de tarifini yapabilirim yaşadıklarımın. Sadece zor bir süreç bu yaşadığım. Hele ki ilgiye, şefkate, dokunmaya, hissetmeye bu kadar aç olduğum bir dönemde [daha önce bunların böyle elzem olduğunu hiç hissetmemiştim.] tek başıma bu yalnızlığı göğüslüyor olmak zaman zaman en diplerde sürünmeme neden oluyor. Ben ki yaşam enerjisi her dem normalin üzerinde seyreden bir insan artık sürekli kendimi ağlama krizlerinden toparlamakla, motive etmekle, sakinleşmeye çalışmakla buluyorum. Mutluluk hormonu vücudumda en az salgılanan hormon oldu artık. Yeni tanıdığım insanlar elbette ki yardımcı olmaya çalışıyor, ortak oluyorlar hislerime ama kimse dokunmuyor ellerime, yüzümdeki yaşları elleriyle silen biri yok, başımı yaslayacağım, bel ve sırt ağrım dayanılmaz olduğunda ben demeden masajımı yapacak biri yok etrafımda. Oysa beni bilenler beni sevenler beni önemseyip değer verenler bu halimi görse durur mu yerinde? Söyletmezler, yineletmezler, nazımı, kahrımı bir hamile kadının acizliğini dindirmek için ellerinden geleni yaparlar değil mi yah?
Bunların özlemi işte yaşadığım..
Naz yapacağım yegane adam geliyor yanıma..
Beni sarmaya, sevmeye geliyor..
Bugün günlerden sarılma, öpme, koklama..
Yanında mutluluk hormonlarının en dolusunu salgılama zamanı!

2 saate yanımda olacak..
Tekmeleriyle karnımda heyecanını belli eden minik bir kız çocuğu da aynı hisleri paylaşıyor benimle!
Annesinin keyfi ona da bulaşmış olacak belli ki!
Gelsin sevdiğim adam.
Mutluluğa boğsun beni ve minik kızımızı ^.^

3 Nisan 2014 Perşembe

mış gibi yapmak.

Mutsuzluğun dibindeyim. Belki de depresyonun sınırında olabilirim bugün yaşadığım o korkunç hissiyattan sonra. Bir yere sığamıyorum. Nefes alamıyorum. Düşünemiyorum. Üretemiyorum. Elim kolum kilitli açılmıyor düğümlenmiş halde. Hamilelik duygusallığı yaşıyorsun demek kafi mi içinde bulunduğum duruma? Her kafadan bir ses çıkıyor ve bu sesler beynimin içinde büyüyor büyüyor ve koca bir çığa dönüşüp beni de içine alıp yutuyor. "Sen yoğun olarak başladın duygusallık yaşamaya./ Hamilesin ya ondan böylesin. / Takma kafana sayılı gün çabuk biter. / Sabret bir şey kalmadı. / Ağlama niye ağluyorsun ki? / Gereksiz üzüyorsun kendini. / Oyalanacak bir şeyler bul kendine. Kitap oku, film izle, yürüyüşe çık, spor yap...etc."
Ne derdimi anlatabilirim etrafıma ne de anlaşılabilirim.
Evimde vakit geçirmeyi özledim.
Boğazda serin esen rüzgarda yürümeyi.
Kadıköy'de dolaşmayı özledim. Vapurla karşıya geçmeyi.
Emirgan'da laleler açmış. Son 3 yıldır her lale sezonunda gitmiştim bu yıl yokum.
Açan lalelerin arasında fotoğraf çekmeyi, çektirmeyi özledim.
Sevdiğim dostlarımla buluşup muhabbet etmeyi, düşüncelerimi sınırsızca paylaşmayı özledim.
Beni gerçekten tanıyan, bilen ve en önemlisi de anlayan insanlarla vakit geçirmeyi özledim.

Burada bir labirentin içindeyim.
Dönüp dolaşıp çıktığım yer aynı.
Kendimi oyalamak için neler yapıyorum neler ahh bir bilseniz keşke!
Kimse beni anlayamaz ama evet çünkü BEN HAMİLEYİM VE ÇOK DUYGUSALIMM!
ve HAMİLE OLDUĞUM İÇİN ÖZLESEM DE ÖZLEMİM YAŞADIĞIM DUYGUSALLIKTAN İLERİ GELİYORDUR. BEN TEK BAŞINA ÖZLEM DUYUP AĞLAYAMAM, ÜZÜLEMEM ÇÜNKÜ!

Sıkışıp kaldım hayatta.
İçimde hareket eden kalbi benimle atan bir minik çocuktan başka yanımda kimsem yok.
Ve ben gerçekten şu an çok kötüyüm blog! :(

19 Mart 2014 Çarşamba

spring times in Iğdır.


Soğuk ve kasvetli kış günlerini ardımızda bıraktığımıza emin olduktan sonra yazıyorum bu heyecanlı ve içimi kıpır kıpır yapan yazıyı. Bahar geldi memleketimize. Ağaçlar çiçeklerini patlattı bir bir. Güneş sıcacık açıyor burada. Sabah saat 5te ışıyor günler. Erken uyanmanın odaya full dolan gün ışığıyla kesinlikle bir ilgisi var. İstesem de çok kalamıyorum yatakta. Okul günleri hiç zorlanmadan kalkıp gidiyorum okula. Tatil günlerinde de durumum farksız. Erkencecik kalkıyorum. Tembellik yapmama izin vermiyor gündüzler. Kaldırıp sıyırıyor beni yataktan. Enerjimde herhangi bir eksilme yok bilakis daha kıpır kıpırım. Bahar benim mevsimim. Yeşillenen doğa, cıvıldayan kuşlar, canlanan tabiat her şey mutluluk sebebi benim için.

Bugün köy minibüsünü beklerken oturdum çiçek açan pencerenin önüne dakikalarca arıların vızır vızır çiçeklenen kayısı ağacıyla danslarını seyrettim. Vivaldi'nin dört mevsiminden Spring kulaklarımda. Ne kadar kötü şey varsa etrafımda elimin tersiyle bir yana itiyorum. Belki lüks bu hislerim. Ortalık, ülke, insanlık bu kadar çirkinleşmiş ve kötüleşmişken ben tomurcuklarını patlatan bir kayısı ağacının önünde otrumuş kainatın canlanışından mutluluk duyuyorum. İçimdeki küçük kız da annesinin heyecanıyla kıpırdanıyor, eşlik ediyor benim sevincime. Bencilliğime gömülmekten başka bir şey istemiyorum o dakikalarda. Çok mutluyum çünkü. Bozmasın hiçbir kirli düşünce, olay bu güzel anı.

21 Mart yaklaştı. Köyümüzde Nevruz kutlamaları erken başlıyor. Dün gece herkes evinin bahçesine kocaman ateşler yakıp atlamışlar üzerinden. Çocuklar kapılara mendiller bırakıp kaçmış, ev sahipleri içine en az 7 çeşit şekerleme, çerez, meyve koyup bırakmış, çocuklar dönüp çıkınlarına doldurmuş hepsini, yumurtaları boyamışlar kırmızı renklere. Sonra sabah hepsi büyük bir heyecanla bizlere çıkınlarından ayırdıkları ganimetleri getirmişler. Hediye etmişler hepsini. Nasıl keyifliler nasıl mutlular ahh! Baca Baca demişler bu eğlencelerin adına. Kavgasız, gürültüsüz, hiçbir ideolojik kaygı gütmeden, toplumun belli kesimlerininmişçesine değil tüm insanlığın ortak coşkusuyla kardeşce karşılamışlar Nevruzu. Bu daha başlangıçmış ama. 21 Mart'a dek sürecekmiş bu eğlenceler. Bizler de okulda öğretmenlerimiz ve kıpırdayan öğrencilerimizle cuma günü bir kutlama yapacağız. Onlara şekerlemeler ve çerezler dağıtacağız. Halay çekip ateş yakacak üzerinden atlayacağız. [Tamam ben 7 aylık bir hamile olarak atlayamayabilirim belki ama olsun çocukların bol bol fotoğrafını çekerim nolmuş :)]Baharı bolluk ve bereketle karşılamak en güzeli. Bir de tabii cıvıl cıvıl giyinerek. Heyecanlanmamak elde değil. Daha evvel yaşamadığım böyle güzel ve farklı bir şeyi tecrübe etmek gerçekten insanda merak ve heyecan uyandırıyor.

Öyleyse 21 Mart Cuma gününü hevesle bekliyor, kayısı ağacının çiçekleriyle başlayan mutluluğumun tüm bahar mevsimini sarmasını umut ederek HOŞ GELDİN BAHAR!  diyorum ^_^

Günün şarkısı da elbette hamile bir anneden geliyor.
Vivaldi/Spring


6 Mart 2014 Perşembe

love in.


Sevdiğim adam geliyor Iğdır'a.
Nasıl sevinçliyim, nasıl coşkuluyum tarifi yok!
Ayrı geçen günlerin sayısı bir aya varmak üzere.. Çok özlüyorum onu ve birlikte yaşadığımız hayatı. Alışkanlıklarımızı, birlikte yaptığımız planları, sohbetleri, sarılmaları, varlığını canlı kanlı yanıbaşımda hissetmeleri, daha yüzlerce şeyi. Geliş-gidişlerimiz ne yazık ki çok sık olamıyor. Bir şekilde sabrediyoruz, özlem çekiyoruz, bekliyoruz. Heyecanı başka bu bekleyişlerin. Telaşı ve mutluluğu bambaşka!
Şimdi uçakta.
Yaklaşık 2 saat sonra yanımda, kollarımda.
Gelsin.
Kavuşsun kuzularına.
Kızımız Neva da benimle aynı heyecanı paylaşıyor olsa gerek dün geceden beri kıpır kıpır duramıyor içimde :)
Allah kimseyi sevdiğinden, eşinden, yuvasından ayrı bırakmasın! [amin.]
Sevgiler şimdilik.

20 Şubat 2014 Perşembe

nocturne.


Klasik müzik bestecileriyle aramız fevkalade son günlerde. Özellikle de Chopin, Liszt, Satie ve Vivaldi beni en çok etkileyenler. Sağolsun minik kızımız sayesinde iyi bir kulak geliştiriyorum. [ aaa evet yaa ben bahsetmedim bizim minik pembe yanaklı bir kızımız olacak, ismi de Neva olacak. Bu ismi geçen yıl duymuştum ve çok hoşuma gitmişti. Anlamı; notalar arasındaki ahenk ve bir de bolluk, zenginlik demek. Kulağa da çok hoş geliyor. İki isim koyma çılgınlığından uzak duruyoruz. Tek isim yek isim diyenlerdeniz biz de.]
Ara tatile 26 Ocak'ta başladık ve tatil dediğimiz o harika şey hemencecik bitiverdi ve ben bıraktığım yerde yine Iğdır'dayım. Şükür ki bıraktığımda şehir tam bir çöplük ve pislik yığınıydı şimdi buzlar erimiş, çamur ortadan kalkmış, güneş ve mavi bir gökyüzü her yanı kaplamış. İnsanın içine az da olsa mutluluk salıyor depresif ruh halinden sıyırıyor seni. Sabahları artık duman solumuyoruz. Akşam dışarı çıktığımızda kıyafetlerimize duman kokusu sinmiyor. Az da olsa rahat nefes alabilmek gerçekten çok güzel burada. Bu şehri arkamda bırakıp gittiğimde hep is kokan pis bir şehir olarak anımsayacak olmak kötü tabii. Bahar gelince her yerin canlanmasını candan diliyorum. Belki o zamana fikrim yerini daha güzelleriyle yer değiştirir. Bekleyelim baharı öyleyse.
İstanbul'dan, eşimden ve evimden ayrılmak o kadar kötü etkiledi ki beni hala adapte olamadım desem doğru söylemiş olurum. Özellikle de Küçükbey'den ayrılmak çok çok çok zordu. Onun ilgisi, sevgisi, beni hamileliğimin bu zorlu zamanlarında rahat ettirme çabası ve daha onlarca şeyi beni o kadar doyuruyor ve mutlu ediyordu ki şimdi kanadımı kolumu kırmışlarcasına yalnız kaldım diyorum burada. Kimse onun yerini tutamıyor bunu yaşadıkça daha net görüyorum ve ona her geçen gün daha sıkı bağlanıyorum ve hiç ayrılmak istemiyorum. Geçen yıl evliliğimin ilk yılı olmasına rağmen ben sınav kaygısı, korkusu ve telaşıyla yedim bitirdim koca seneyi. Bu yıl desen kalktım taa ülkenin en doğu ucuna geldim, yine ayrıyım yine eksiğim sevdiğim adamdan. Gelecek yıl birlikte olduğumuzda aramıza minik bir dünyalı katılacak ve hayatı bu kez dilerim eksiksiz yaşamaya başlayacağız. Keşkelerim elbette var. Farklı olmasını istediğim, şöyle olsaydı, böyle olmasaydı dediğim şeyler var. Hayatın sürprizlerle ve beklenmedik olaylarla dolu olduğunu göz ardı ettiğim zamanlarda böyle düşünüyorum ama biliyorum bunu. Her türlü değişikliğe ve beklenmedik şeye her daim hazır olmak gerekiyor.
Kızçemiz Neva hanımcık artık hareketlenmeye başladı bu arada. Karnım aç olduğunda hiç hissetmiyorum ama doyduğumda başlıyor içimde sambalara, zumbalara, çaçalara. Onu içimde ilk hissettiğimde çok büyük bir duygu yoğunluğu yaşamış ve gözyaşlarımı tutamamıştım. [Buna hormonları değişen hamile kadın psikolojisi diyoruz evet.] Şimdi onun hareketlerini dinliyorum, takip ediyorum, heyecanla bekliyorum. Farklı ve bir o kadar müthiş bir hissiyatmış bu. Gerçekten çok güzel.
Aynanın karşısında karnımı incelediğimde ya da kremlendiğimde diyorum, "Ben anne olacağım, nasıl yaa?!" Hala idrak edemediğim, kendimi çocuk gibi hissettiğim ve anneliğe hazır olmadığım gerçeğine takılıp kalıyorum. Etrafımda beni olumlu anlamda motive eden herkes bunların bebeğimizi kucağımıza aldığımız andan sonra tamamen değişeceğini, içgüdüsel bir annelik hissinin direkt ortaya çıkacağını söylüyorlar. Ben de merakla bekliyorum o zamanı. Sağlıklı, sıhhatli ve huzurlu bir bebek dünyaya getirmeyi diliyorum can-ı gönülden.
Yine de tüm bu karmaşık hissiyata inat bebeğimiz için hazırlıklar yapmaktan da geri kalmıyoruz tabii :) Örneğin, kızçemiz için beşiğimizi aldık, odasının nasıl olacağına dair planlar yapıyoruz ve ben battaniye örüyorum onun için :) Tatlı ve keyifli hazırlıklarla geçiriyoruz zamanı. Iğdır'da çok fazla seçeneğimiz olmasa da son 1 ayımızı hazırlıklara hız vererek geçireceğiz.
Şu an 23.haftanın içindeyim. Geriye kaldı 17.hafta. Son 4 haftayı Küçükbeyimle evimizde geçireceğiz inşallah. O zamana dek kendime muazzam dikkat etmem gerekiyor. Erken doğum vs. pek çok olumsuz doğum hikayesine tanık oluyoruz. Sporumu yapıyorum, dengeli besleniyorum, kendimi ve sinirlerimi çok yıpratmadan geçirmeye çalışıyorum günlerimi. Dilerim her şey gönlümüzce istediğimiz seyirde devam eder.

Vakit geçtikçe yine yazarım. Hayat şimdilik güzel hazırlıklar ve tatlı telaşlarla dolu. Ürünleri ve sonuçları mutlak surette paylaşacağımdan şüphen olmasın. ^_^

dipnot: Bu fotoğrafımızı eskileri karıştırırken buldum. Sene 2010. Şehir Çanakkale/ Assos. Hey gidi yıllar!:)



9 Ocak 2014 Perşembe

it is time to talk about life.


Zaman geçiyor hızla. Eritiyorum avuçlarımda zorlu günleri bir bir. Farkındayım ya da değil. Merak salıyorum onlarca şeye bu boş zaman dilimlerinde. Bir gün full time kitaplara dalmışken diğer gün ardarda 3 film seyrediyorum. Doğacak bebeğim için cümleler biriktiriyorum ve ilk kıpırtısını içimde hissettiğim günden itibaren kendisine yazmaya başlayacağım defterin hayalini kuruyorum. Diyorum hele bir gideyim İstanbul'a orada rengarenk, çeşit çeşit, pırıl pırıl defterlere dokunup öyle alacağım güzel kızım için yazacağım günlüğü. Şimdi de yazıyorum ama özel paylaşılacak çok cümle olacak bunun için özel bir defter gerekli. Örgü örüyorum terapi niyetine, yoga ve aerobik yapıyorum.
Tek bir oda içinde hayatı nasıl daha etkin ve keyifli yaşabilirsem o kadar yaşıyorum. Hava berbat. Iğdır'ı hep kasvetli, dumanlı ve sis bulutu içinde yaşayan bir şehir olarak hatırlayacağım buradan gittiğimde. Sıkılıyorum çok fazla ama belli etmemeye çalışıyorum. Sürekli meşgul ediyorum aklımı, elimi, gözlerimi, her şeyimi. Biliyorum ki eğer bu sıkılganlığa odaklanırsam gerçekten çok mutsuz ve depresif bir ruh haline dönüşeceğim. Kendimi bu duygudan mümkün olduğunca uzak tutmaya çalışıyorum.
Uzaktan telefonlar alıyorum insanlardan ve onlarla maskelediğim sesimle konuşuyorum zira beni mutlu zannetsinler. Her şey dört dörtlük ve ben çok iyiyim imajı vermekten bazen yorgun düştüğüm olmuyor mu? Elbette insanım -ve hamile bir kadınım- çok yoruluyorum böyle güçlü görünmeye çalışmaktan. Peki bunun aksini iddia etsem ne olacak? Her gün ağlasam zırlasam ve içinde yaşadığım bu zor ve kötü şartları daha da çekilmez kılsam faydam zararım kime dokunacak ne olacak? Elimde koca bir hiçle ortada kalacağım. Pozitif düşünce işte durumun artılarını eksilerini ölçüp tartınca ortaya çıkıyor. Her şeye olumlu ve iyi yönünden bakmadıkça bunu bir alışkanlık haline getirmedikçe mutlu olmamız mümkün değil. Herkes biliyor bunu, ben de biliyorum ve yaşıyorum.

Haftada 1 tam gün 1 de yarım gün tatilim var. 19 saat  derse giriyorum. Öğrencilerim vasat. Zevk vermiyor burada yaptığım eğitim. Ücretli öğretmen yaparken bile daha keyifliydim. Dönüt aldıkça pekişiyordum. Burada öyle bir durum ne yazık ki söz konusu değil. Çocukların seviyesi ciddi oranda düşük aileler ilgilenmiyor her şeyi öğretmenden bekliyorlar ve daha onlarca şikayet edebileceğim şey! Öğretmen arkadaşlarım çok iyi özellikle A. ve G. ile çok keyifli vakit geçiriyorum. Yeni ortamım bana yepyeni ve çok güzel arkadaşlıklar getirdi kesinlikle inkar edemem. Sıkıntım öğrencilerimden yana. Çok kalmadı mayıs ayında bir problem olmazsa doğum iznine ayrılıyorum ve eşime, evime, yurduma dönüyorum ve yine bir aksilik olmadığı sürece ağustosta yapılacak eş durumu atamasıyla temelli bir dönüşüm olacak İstanbul'a. Net planlar yapmak ve kesin konuşmak büyük ahmaklık olacaktır. Ülkede her yeni gün birtakım şeyler jet hızıyla değişebildiğinden zamanın iyi şeyler getirmesini dilemek akıllıca olacak.

Burada bir kız yurdunda kalıyorum fakat çoğunluğunu öğretmenler oluşturuyoruz. Kısa süreli kalan, uzun süreli kalan derken burada da bir aile gibi olduk. Keyifli sohbetler yaptığımız arkadaşlarımız var. Her konuda rahatlıkla konuşabildiğimiz, birbirimizi eleştirebildiğimiz ve en önemlisi hepimizin eşinden, ailesinden uzakta olduğu bu yerde birbirine yoldaş olduğu ve destek verdiği bir arkadaşlık bağı kurduk. Burada da bir sıkıntımız yok çok şükür. Hayıflanmak, şikayet etmek ve depresyona bağlamak ciddi bir bencillik gibi geliyor bana. Yaşamamız gerekiyorsa bunları yaşayacağız. Yapacak bir şey yok.

Sana detaylı olarak olaylardan bahsetmeyeli epey oldu. Bloğumu aktif kullandığım geçmiş tarihleri okuyunca mutlu oluyorum. Tekrar eskisi gibi olmalı diyorum. Hayat meşgalesi vs. bunu bahane etmek istemiyorum ama engellendiğimiz pek çok şey var ister istemez. Elimden geldiğince yazmaya, paylaşmaya, not etmeye çalışacağım güzel olaylar yaşıyorum. Bunları gelecekte okuduğumda ya da tekrar dönüp baktığımda o fotoğraflara, videolara, duygu & düşünce paylaşımlarına içimi bir doygunluk hissi kaplıyor ve bundan çok mutlu oluyorum. Bu sebeple ihmal etmeden, elimden geldiğince sık bir şekilde post girmek en güzeli. Geçmişin detaylarını geleceğe yatırmak gibi bir şey bu.

Aklımda özel başlıklar altında yazacağım çok düşünce var. Bunların başında 2013 yılının değerlendirmesini ve 2014 yılı içinde beklentilerimi yazmak geliyor. Zira her yıl bunu bir alışkanlık haline getirsem iyi olacak diyorum. Beklentiler versus gerçekleşenler. Bunun dışında ikinci sırada elbette Annelik & Babalık duyguları geliyor. Bir bebek sahibi olmanın bize nasıl bir sorumlukluk getireceği, yaşantımıza nasıl bir duygu katacağını merak ediyoruz. Bunun için de uzun uzun bir yazı kaleme alacağım. Iğdır'da yaşadığım günlerden aklımda kalan beni etkileyenlerden anektodlar da cabası tabii. Her gün okuldan gelince evet bunu hemen yazmalıyım deyip yazamadığım pek çok olay var mesela. Bunları en kısa zamanda temize çekip kaydetmem gerek.
Yazma, okuma, izleme, dinleme üzerine yüzlerce şeyden bahsedebilirim sana.
Zamana yaymak en güzeli.

Uzun zamandır listelememiştim düşüncelerimi ve hissettiklerimi. Şimdi burada böyle derli toplu okuyunca ne iyi ettim diyorum.
Üzerimizdeki ölü toprağı atıp daha etkin olacağım bir 2014 yılı diliyorum hepimize.
Görüşmek üzere!
^_^

Günün Şarkısı da bu olsun:
Lotte Mulan / Valentine Song